Politika

Size bir karabatak eyvallahı – Diken


MUSTAFA ALP DAĞISTANLI

mustdagistanli@gmail.com

Bugün yayınladığım okur mektuplarıyla bu köşeyi kapatıyorum. Ama çok sevdiğim karabatak gibiyimdir ben, arada yine çıkabilirim karşınıza, bilmem ki.

Türkçe yazı dünyasında kötülükler, biçimsizlikler, çirkinlikler bitmez. Ne bitmesi, her gün yenileri eklenir bu biçimsizliklere. Bunları bir bir göstermek değildi benim amacım, zaten buna uygun biri de sayılmam; dilbilgisine hakim insanların işi o, ben onlardan değilim. Orta ikide Türkçeden sınıfta kalmıştım, beni o sınava tekrar sokun, yine çakarım.

Ama işte dili seven dikenine katlanmaz; dile yeterince özen göstermeyen dili dikenlilerin bazılarıysa dili sevenlerin batırdığı dikenlere katlanamaz, pek çoğu umursamaz aslında: Diken mi, ne dikeni?!

Geride kalan 50 yazıda, gördüğüm yanlışları iyi kötü bölümleyip bazan çok uyumlu, bazan da o kadar uyumlu olmayan demetler yapıp ‘öyle yazmak‘ yerine ‘şöyle yazmak’ın daha iyi olacağını göstermekti amacım.

Belki bazan köşeli laflar ettim (ettim mi?), “Ona öyle demezler!” dedim, ama dilde kurallardan ziyade araçlara, bu araçları iyi kullanmaya inanırım ben de. Çirkinliğin, bozuk cümlelerin, çarpık sözdiziminin, basmakalıp lafların, süslü ifadelerin kural haline geldiği her bakımdan berbat bu ülkede bu araçlara herkesin karnı tok. Alan razı veren razı, diyeceğim ama en azından bana gelen mektuplardan her alanın razı olmadığını biliyorum.

Demek istiyorum ki yazı yazmak aslında çok kolay bir iştir, anlatacak bir şeyiniz olacak ve bunu en iyi nasıl anlatırım diye düşüneceksiniz. İşte bunu düşünürseniz o olanakları araştırır, o araçları bulur, kullanırsınız.

Konuştuğumuz, anlaştığımız, anlaşamadığımız, tartıştığımız bir ortam dil; ona özen göstermek dili iyileştirmenin ötesinde iyiliklere pencere açar.

Haydi eyvallah.

DİLE GELENLER

Bir öneri: Yazarlar için rehber

Size günümüz Türkçesi hakkındaki bazı gözlem ve önerilerimden söz etmek istiyorum.

İlk gözlemim şu: Orta ve lise öğretimini 1980 yılından sonra alan neslin Türkçesi çok zayıf. Daha da ilginci bu öğretimi yabancı dille, özellikle İngilizce ile alan neslin ise İngilizceleri de zayıf. Üstelik bu nesil İngilizcelerinin zayıf olduğunun bile farkında değil! Yabancı dilleri Tarzanca olmaktan öteye gidemiyor. Bu nedenle insanların bir yabancı dili kendi anadillerden daha yüksek düzeyde öğrenemeyecekleri savını öne sürüyorum.

Bu savdan sonra son on yılda dikkatimi çeken iki gelişmeyi de belirtmek istiyorum.

Mesleki çalışmalarım nedeniyle sürekli olarak uluslararası jurnallerin editoryal sayfalarına göz gezdiririm. Bu göz gezdirmeler sırasında bir akademik yayınevinde (Wiley idi sanırım) çok ilginç bir not dikkatimi çekti. Yayınevinin editörü muhtemel yazarları için -konu ayrımı olmaksızın- şu ön koşulu talep ediyordu: “Yazınızın en az yüzde otuzunu konu hakkında hiçbir fikri olmayan bir insan bile anlayabilmeli.” Bana göre bu talep akademik alandaki ağdalı yazılara karşı yapılan en önemli manifestodur.

İkinci önemli gelişme ise İngiltere kökenli bazı jurnallerin, alışık olduğumuz APA, Chicago, MLA gibi rehberlerin yanı sıra veya alternatif olarak The Times ve The Guardian gibi gazetelerin yazım kurallarının da kullanılabilmesine olanak sağlamaları oldu.

Bu iki gelişme akademik yazım konusunda, bana göre, büyük bir devrimdir.

Buradan ülkemize gelmek istiyorum. 1950 ve 1960’lı yıllarda ülkemizde de Cumhuriyet gazetesi yazım konusunda rehber olabilecek bir kaliteye sahipti. Bu kaliteyi de ünlü ve/veya sonradan ün kazanacak edebiyatçı düzeltmenlerine borçluydu. Maalesef 12 Mart 1971 olayından sonra gazetenin iç çekişmeleri nedeniyle bu kadrolar dağıldı ve tekrar oluşturulamadı.

Bir kaç yıl önce gazetesindeki yazım hataları nedeniyle Orhan Bursalı’ya şikayette bulunup düzetmen olmaksızın hatasız yayın çıkarmanın mümkün olamayacağını söylemiştim. Sayın Bursalı ise mali olanaksızlar nedeniyle düzeltmen istihdam edemediklerini söylemişti cevaben. İnanılmaz bir şey elbette. Sayısız Türk Dili ve Edebiyatı fakültemiz ve bunların -yine sayısız- ve asgari ücretten (yani gazetedeki çaycının ücretinden!) çalışmaya hazır işsiz mezunu varken bütçeden söz etmek!

Özetle şunu belirtmek istiyorum: Günümüz Türkiyesinde diğer yayıncılara örnek oluşturacak bir yayın organımız yok. Böyle bir görevi ki bu iş aslında gerçekten bir görevdir Cumhuriyet gibi asırlık bir gazete veya köklü yayın evlerimiz üstlenmeliydi.

Maalesef bu konu şu anda hala sahipsiz. Size bu mesajı yazmadan önce önde gelen beş yayın evimizin web sayfalarını inceledim. Hiçbirinde Batılı yayınlarda alışık olduğumuz ‘yazarlar için rehber‘ (guidelines for the authors) bölümü yoktu. Yayın kuruluşlarımızın bu alandaki atıllığı maalesef başta siz olmak üzere bir çok değerli uzmanımızı bireysel gayretlerle bu boşluğu doldurmaya itiyor. Benim önerim sizlerin bir gazete veya yayın evini bu konuda bir rehber hazırlamaya ikna etmeniz.

Bu gerçekleştirilebilirse sizin çabalarınız da bu rehberin giderek daha mükemmel hale getirilmesi gibi verimli bir alana kayabilecek. Üstelik okuyucular da böyle bir rehbere katkıda bulunabilir. Hiçbir metin ‘On Emir‘ gibi taşa yazılmamıştır. Her metin ancak sürekli irdelenerek, eleştirilerek veya düzeltilerek canlı kalabilir. Ali Tarhan

Eleştiri korosunun eleştirisi

Artı Gerçek editörü olsaydım Hale Gönültaş’ın haberini şöyle edit ederdim yazısına x platformunda dile getirilen eleştirileri geçen hafta yayınlamıştık. Bu eleştireleri eleştiren iki okurun mektubuyla kendi cevabımı yayınlıyorum.

‘Hadsiz erkeklik gösterisi’ni gösterin

M. A. Dağıstanlı’nın, Hale Gönültaş’ın yazısındaki dil bozukluklarına dikkat çeken ve aslında editörün nasıl savsaklama bir iş yaptığını gösteren yazısının bu gazeteciyi itibarsızlaştırma hedefi güttüğünü dile getiren eleştirileri okuduğumda hayrete düştüm. Hatta biraz komik ve acayip buldum.

Dağıstanlı’nın yazılarında çok sayıda yazarın, akademisyenin ve gazetecinin metinlerindeki Türkçe kullanım hatalarına dikkat çektiğini izliyorum ve Türkiye’de yazı/yayın hayatında bu işlerin nasıl baştan savma yapıldığını görüp hayıflanıyorum. Bu yazılardan Türkiye’de gazetecilerin ve yazan-çizen entellektüellerin ders çıkaracağını umuyordum ki, neredeyse linç girişiminde bulunan ve twitter mecrasındaki kolaylığa kaçan bu eleştirileri okuyunca bu ülkede eleştiriye nasıl bir tahammülsüzlük olduğunu hatırladım.

Demokratik bir ülkede herkes ve her yazı eleştirilir. Eleştirilere katılmayanlar neden katılmadıklarını dile getirir vs. Bu twitter mesajlarında Dağsıtanlı’nın yazısı eleştiri olarak görülmediği gibi, aslında amacının gazeteciyi hedef almak olduğu iddia ediliyor. Dağsıtanlı’nın ‘çirkef magazincilik görüntüsü verdiği‘ söyleniyor. ‘Çirkef magazinci‘ demekten ve böylece hakaret etmiş olmaktan kaçınmak için olsa gerek ‘görüntü verdiği‘ söylenmiş. Buna eleştiri değil, saldırı denir.

‘Tanırım, iyi çocuktur‘ ruhu ile yaşanan Türkiye kültüründe eleştiriye tahammülsüzlük had safhada. Hele hele bu eleştiri bir dosta gelirse derhal bertaraf edilmeye çalışılır. Dağıstanlı’nın yazısına yapılan eleştirilerde olduğu gibi. Tüm eleştiri kişiselleştirilir. Twitter’da dile gelen eleştiriler gazetecinin ne kadar başarılı, saygın, cesur, riskli ve dolayısıyla değerli işler yaptığını, hatta Pultizer ödülünü hak edecek düzeyde bir gazeteci olduğunu ilan ettikten sonra doğruluğu kendinden menkul bir çıkarsama yapıyor: Dağıstanlı’nın asıl hedefi bu gazeteciyi itibarsızlaştırmak.

Töbe töbe. Bu çıkarsamayı Dağsıtanlı’nın yazısındaki hangi cümlelerden çıkardılar acaba? Gazetecinin nitelikli gazeteciliğinin dile getirilmemiş olması en büyük suçlardan biri olarak gösteriliyor. Burada eleştirilen konunun gazeteciliğin niteliği olmadığını anlamak için okuma yazma bilmek yeterli. Tekrar vurgulayalım: Dağsıtanlı’nın yazısındaki konu bu gazetecinin Türkçe dil kullanımındaki bozukluklar. Ve dahası ve önemlisi editörün savsaklığı.

Bu linç girşimi niteliğindeki eleştirileri haklı çıkarabilemek için en kuvvetli kart olduğu düşünülen ‘feminist‘ kart da önümüze seriliyor: ‘hadsiz erkeklik gösterisi‘, ‘Pulitzer ödülünü hak eden gazetecinin kadın olmasına tahammül edememek‘, ‘hissedilen erbilmişlik‘.

Dağıstanlı’nın yazısının neresinde, kullandığı dilin neresinde ‘erkeklik gösterisi‘ ve ‘erbilmişlik‘ görebildiklerini anlamak için yazıyı birkaç kez okudum. Yok. Doğru ya: ‘erbilmişlik‘ hissedilmiş!!!!! Bu ‘feminist kart‘ günümüzde öyle güçlü bir şekilde işler hale geldi ki, kanıt göstermeye gerek kalmadan bu kartı çıkarmak adeta haklılığın garantisi oluyor. Tamamen kurban söyleminin gücüne dayanan bu kartın işlevi aslında karşıdakini sessizleştirmek ve gelebilecek eleştiriyi sansürlemek. Feminist kartı kullanmak bu kadar ucuzladıkça maalesef feminist mücadele sayesinde elde edilen kazanımlar zarar görüyor. Feminist mücadelenin ve kazanımlarının bu kadar ucuz bir şekilde harcanmasına gönlüm razı olmadığı için yazdım bu notu. Meyda Yeğenoğlu

Yanlışlar düzeltilmeden mi kalsın?

Yazınızla ilgili eleştirileri okuyunca çok şaşırdım. Tam ad hominem yorumlar. Sanki muhabirin kişiliğine saldırmışsın gibi. Ülkede hangi cenahtan olursa olsun her şey şahsi algılanıyor. Peki bu durumda yanlışlar düzeltilmeden kalsın mı? Herkes aynı yanlışa devam mı etsin? Yapıcı bir eleştiri gelmiş ne güzel. Hiç olmazsa faydalan, bir şeyler öğren… Ah işte ah! Nuray Tülek

Dostça uyarıyorum

Özlem Akarsu Çelik’in başını çektiği eleştiri katarı da edit edilmeye muhtaç, ama daha önemli, hayati bir sorunu var bu eleştirilerin: sansür istiyorlar. Özlem Akarsu Çelik’le Neşe Özgen doğrudan dile getiriyor bunu. Gerekçeleri de çok tanıdık, iktidarın ya da ona yakın kişilerin pisliklerini ortaya koyan haberlere yayın yasağı getirenlerin gerekçesiyle aynı, başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere iktidar kişilerini eleştirenlere dava açanların gerekçeleriyle aynı: ‘itibar suikastı’. Sansür isteyen Özlem Akarsu Çelik’le Neşe Özgen’i “Durmak yooook, yola devam!” nidasıyla karşılamak yaraşır.

Özlem Akarsu Çelik, Neşe Özgen, Gökhan Kaya, irma kim ya ve Sibel Yükler de bu ülkede hakim olan zehirli kültürün azimli taşıyıcıları olduklarını gösterdiler, eleştiriyi düşmanlık, saldırganlık olarak gördüklerini ortaya koyarak. Özlem Akarsu Çelik “Editöryal hata varsa arar, dostça uyarırız. Bu şov niye!” diyor. Eleştiriyi dostça saymıyor. Bir dostumu eleştirdiğimizde düşmanımız mı oluverir o kişi? Siz dostlarınızı hiç eleştirmez misiniz? Dostlarınızı eleştirmeyecek kadar kötü müsünüz? Yanlışlarını düzeltmesini istemez misiniz dostunuzun? Yoksa sadece size karşı bir hata yaparlarsa mı eleştirirsiniz dostlarınızı?

Eleştiri –‘yapıcı’ olsun ‘yıkıcı’ olsun- çok iyi, çok yapıcı bir şeydir. Sizi eleştiren düşmanınızsa bile size iyilik ediyor demektir. Hatamın ortaya konulması beni memnun eder, hatta haz bile verir bana, herkesin görmesini isterim, kendimi, yaptığım şeyi düzeltme fırsatıdır ve düzeltmeye gayret ederim. Eleştiriyi haklı bulmuyorsam da bir eğlenme fırsatıdır. Kısacası, eleştiri düşmanca yapılsa da aslında dostçadır. Pohpohlama değil, eleştirmedir geliştirici olan. Birine yardım mı etmek istiyorsunuz, eleştirin.

Şimdi gelelim eleştirilere (italikler benim):

Özlem Akarsu Çelik @oakarsucelik

Diken, başarılı, saygın, mütevazı meslektaşımız ⁦@hale_gonultas’ı⁩ hedef alan şu yazıları ısrarla neden yayınlıyor? Ayıp!

[Hale Gönültaş’ın kişiliğiyle ilgili herhangi bir laf etmedim ben, beni ilgilendirmedi de, tanımıyorum da. Beni yazdığı metin ilgilendiriyor, eleştirdiğim de yazısı zaten. Hale Gönültaş’ı hedef aldığım da doğru değil. Zaten eleştirmek hedef almak değildir. Eleştirilerimin haksız olduğunu ortaya koysaydı Özlem Akarsu Çelik, hiç mesnetsiz şeyler söylemiş olsaydım, hedef almış olurdum belki. Bu beşlinin eleştirilerinin hiçbiri benim eleştirimin yersiz olduğunu söylemiyor. Söyleyemez. Ayrıca, ayıp olan Diken’den ya da herhangi bir merciden sansür istemektir.

Biz muhabirler için esas olan haberi yazanın (Hale’nin) güvenilirliğidir. Editöryal hata varsa arar, dostça uyarırız. Bu şov niye!

[Biz okurlar için önemli olan muhabirin güvenilirliğidir, bilgili oluşudur, haberin iyi yazılmış, kolay anlaşılır, doyurucu olmasıdır. Biz editörlerin görevi de okurun istediği bu nitelikleri sağlamaktır.

Ayrıca, soru işareti yerine ünlemle biten “Bu şov niye!” cümlesi, eleştirilerimin haklı olduğunu Özlem Akarsu Çelik’in de sanki içten içe kabul ettiğini söylüyor. “Dostça uyar” demesinden de belli. Uluorta söyleyince şov yapmış oluyorum.]

İki kez görmezden geldim ama bu ısrarcılık anormal. Yaptığı her haberle çocukların, kadınların hayatlarına dokunan ve tehdit edilen, soruşturma geçiren, ifadeye çağrılan bir muhabiri itibarsızlaştırmaya seyirci kalamam.

[Bu “iki kez” konusuna biraz sonra geleceğim. Burada yine aynı şey, eleştiriyi itibarsızlaştırma eylemi yerine koyma geriliği. Benim eleştirimle hayatlara dokunmanın, tehdit edilmenin, soruşturma geçirmenin alakası yok. Hale Gönültaş’ın bunları yapmamasını zaten demiyorum, daha iyi anlatması gerektiğini söylüyorum.

Ben de dilin dikenine katlanamayanlardan biri olarak kötü Türkçeye seyirci kalamam, diyorum, onun için yazıyorum.]

Yüzlerce sayfalık zorlu bir iddianameyi yazan gazeteciye parmak sallayarak ders veren beyefendiye sorarım, hangi haberiniz gündem yarattı da biz kaçırdık? Hiç tarzım değil bu üslup, afedersiniz ama hak ettiniz!

[İddianamenin zorlu olduğu doğru herhalde, görmediğim için daha net bir şey diyemiyorum, zaten konu da zorlu. Ders verdiğimi de kabul edebilirim, evet ders verdim, ama asıl editörlük dersi verdim. Zaten bu beşlinin dikkat etmediği şeyin benim yazımın başlığı: “Artı Gerçek editörü olsaydım Hale Gönültaş’ın yazısını şöyle edit ederdim.” Yani, yazının/dersin asıl “hedefi” editörlerdi.

Hiçbir haberim gündem yaratamadığı için affınıza sığınırım, fakat şunu da sormak isterim: İyisini yapamadığım için çürük yumurtayla yapılan omlete sesimi çıkarmamalı mıyım? Bu omlet çürük yumurtayla yapılmış, dememeli miyim? Memet Fuat şiir yazmadı/yazamadı diye şiir antolojisi hazırlamamalı mı, şiirleri eleştirmemeli mi?

Affedersiniz ama Özlem Akarsu Çelik, hiç tarzınız olmadığı halde kullandığınıza göre hak etmişsiniz demektir o üslubu.]

Neşe Özgen   @HNOzgen

Dikkate alıp okumamıştım, şimdi gördüm. Hale Gönültaş’ın haberciliği hakikaten son derece kıymetli ve nitelikli. @DikenComTr ‘yi bu meslektaşını karalamaya varan, itibar suikastçiliğine girişen yazılar için uyarıyorum.

[Neşe Özgen’in gazetecilikten hiç anlamadığı anlaşılıyor, kıymet ve nitelik ölçütleri de bu yüzden çürük. Türkiye’de gazetecilik sadece bir habere ya da haber değeri taşıyan bir bilgiye ulaşmakla eşdeğer sayıldığı için normal belki bu. Ödüller de bu ölçüte göre veriliyor. O haberlerin nasıl bir dille yazıldığı, nasıl kurgulandığı, yeterli ve gerekli bilgiyle donatılıp donatılmadığı üstünde hiç durulmuyor. Ama işte haberciliğin kalitesini bunlar belirler. Şimdi burada bir derse daha başlamayalım, yeri değil.

Sansür isteyen Özlem Akarsu Çelik’e ve Neşe Özgen’e önerim Fahrettin Altun’a başvurmaları, daha etkili olur belki, ama Diken’in aldıracağını sanmam.]

Özlem Akarsu Çelik @oakarsucelik

Çok enteresan bir ısrarcılıkla yapılması beni bunu yazmaya itti Hocam. Hiçbirimizin cesaret edemediği bu riskli ve değerli işleri yapan bir meslektaşımız hedef alınınca dayanamadım. İyi niyet göremiyorum bu işte.

[Yukarıda da söyledim, benim eleştirimin cesaret edilen değerli konunun kendisiyle bir ilgisi yok. Boş laf bunlar.

En başta dediğim gibi, eleştirinin niyeti falan olmaz, eleştiriyi dinler, değerlendirir geçersiniz. İşinize yarar kısmını alır, gerisini atarsınız. İler tutar tarafı yoksa hepsini atar, eğlenirsiniz. Her halükarda işinize yarar. Fakat kötü niyetim ne olabilir benim? Hiç tanışıklığım olmayan, ilgilendiği konuları önemsediğim, haberlerini, röportajlarını daha iyi yazmasını istediğim bir gazeteciyle ilgili nasıl bir kötü niyetim olacak. Önemli konuları kovalayıp kötü yazan biri Hale Gönültaş, iyi yazsın istiyorum, hepsi bu. Bu dil köşesinin amacı bu zaten: Daha iyi nasıl yazabiliriz?

Israrcılık meselesi aşağıda.]

Gökhan Kaya @thurkun_

Hale Gönültaş bu ülkenin en cesur gazetecilerinden birisi, yaptığı birçok haberi yapmaya cesaret edecek insan sayısı bu ülkede bir elin parmağını geçmez. Dağıstanlı haberlerinde yazım sorunu görüyorsa kendisine mail atsın. Böyle çirkef magazinci görüntüsü veriyor.

[İlk cümlenin konuyla alakası yok, yukarıda da söyledim; buna “laga luga yapmak” denir.

Çirkef magazinci görüntüsü vermemek için Hale Gönültaş’a mail atmalıymışım! Daha neler. Atarım, o da olur, hatta yaptığım da olmuştur belki. Fakat aşırı kişiselleştirilmiş bir bakış bu. Hale Gönültaş’ın haberi gördüğüm yaygın yanlışların bir kısmını içeriyor, dolayısıyla o metni eleştirmek, haber yazan herkese bir şey söylemektir. Dahası, asıl editörlere bir şey demektir. Özlem Akarsu Çelik’in deyişiyle herkes için bir “ders”tir. Bu yüzden de uluorta yayınlamak gerekir, zaten haber de uluorta yayınlandı.]

irma kim ya @who_is_irma

İnsanın tadını kaçıran bir düzeysizlik. Her cümlede hadsiz erkeklik gösterisi. Hale Hanım’ın nitelikli gazeteciliğini dile getirmeye tenezzül bile etmemek gerek bu kompleksle mücadele etmek için.

[Bu lafların hiçbir mesneti yok. İşte itibar suikastı asıl budur. Ben metni eleştirirken gösterdim gerekçelerimi, neyi niye değiştirdiğimi, niye çıkardığımı, niye eklediğimi anlattım. Bana da böyle anlatılmasını beklerim.]

sibel yükler… @sibelyukler Replying to @oakarsucelik

Beyefendi, pulitzerlik iş yapan gazetecinin kadın olmasına hakikaten tahammül edemiyor olabilir. Zaten mütemadiyen kadın gazetecileri tahtaya çıkarıyor.

[Sibel Yükler Pulitzer’lik bir haber okudu mu acaba hiç? Pulitzerlik bir gazetecinin bir haberini şuraya koyuyorum, İngilizce bilenler rahat rahat okuyabilir, bilmeyenler de makine marifetiyle çevirtip görebilir, sonra da Hale Gönültaş’ın haberiyle karşılaştırabilir: “How America Took Out The Nord Stream Pipeline

Sibel Yükler de itibar suikastına başvurmuş, şikayetçi olduğum için demiyorum, yaptığı şeyin ne olduğunu söylüyorum, yaptığını bilsin de varsın yüklediği kadar yüklesin. Mütemadiyen kadın gazetecileri tahtaya çıkardığım sözü doğru değil. Bu cümleyi okuyunca saydım, isim vererek 12 kadını eleştirmişim, yine isim vererek 13 erkeği. Bu erkeklerden biri de benim; kendi yaptığım bir hatayı “rezalet” diye niteleyip eleştirmişim, bir de beni eleştiren bir okur mektubu yayınlamışım -bu beşlinin eleştirilerini de yayınladım geçen hafta, onu saymıyorum.]

Özlem Akarsu Çelik @oakarsucelik Replying to @sibelyukler

Bilmiyordum. Üslupta nezaketsizliğin yanı sıra açıkça hissedilen bir erbilmişlik var zaten.

[Özlem Akarsu Çelik, Sibel Yükler’in yüklemesine kurban gidip palavrayı bilgi sanmış, “Bilmiyordum” diye hayıflanmış, sonra bunun üstüne bir de yargı inşa etmiş: “erbilmişlik”. Şimdi doğrusunu öğrenince belki “Erbilmiyordum” der.]

Bu beşli, arkadaşları Hale Gönültaş’la dayanışacağız diye bir kalitesizlik dayanışmasına soyunmuş. Böylelikle arkadaşlarına iyilik de etmiyorlar, kötülük ediyorlar. Ben Hale Gönültaş’ı Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin ödüllerini değerlendirdiğim yazıda da eleştirmiştim (Özlem Akarsu Çelik ısrarcılığımdan bahsediyor ya ikincisi bu… Onu çileden çıkaran üçüncüsü ise bir okur mektubuydu). O yazıdaki eleştirim şu paragrafla başlıyordu:

“ÇGD Hale Gönültaş’ın Selefi cihatçıların ribat mekanı: Temel eğitime gönderilmeyen çocuklara bodrum katında dini eğitim haberine de Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik ödülü vermiş. Hale Gönültaş da haberlerini, özellikle röportajlarını bildiğim, çok önemli konuları kurcalayan bir gazeteci, ama o da yazmayı öğrenmeli, Yaşar Kemal gibi röportaj ustalarını okuyup diline ve nasıl yazacağına dair dersler çıkarmalı. Ödül alan işine bir bakalım.”

O yazıda, “zorlu iddianameden haber çıkarma” konusunu da kısaca ele alıp şunu demiştim:

“Oysa seçici kurul, ÇGD haber ödülünü verdiği Timur Soykan’ın Karanlık dünya bir çocuğu yuttu haberinden ders çıkarabilirdi. Timur Soykan da haberini iddianameden çıkarmış, pek çoğunuz okumuşsunuzdur bu haberi, ama bir de bu gözle okuyun, bakın nasıl anlatmış. Sonra belki buradaki örneklerle karşılaştırırsınız, belki seçici kurul karşılaştırır.”

Beni eleştiren beşli de karşılaştırsa iyi olur.

Daha önce bir kadın gazetecinin daha haberini edit etmiştim bu köşede, Gazete Duvar’dan Evrim Deniz’in: Bir ‘kuaför röportajı’nın iki versiyonu.

Evrim Deniz şu tweet‘i atmıştı o zaman:

Öncelikle neden bilmem bunu okumak hoşuma gitti. @MAlpDagistanli yaptığınız öneri ve eleştiriler için de teşekkür ederim. Bu işe 5 ay önce başladım. Daha iyisini yapabilmek için bu tür eleştiriler ve yazılar çoğalsa keşke 🙂

Bir başka muhabir arkadaş, Can Bursalı, sadece haberin linkini verdiğim bir eleştiri üzerine şu mesajı göndermişti bana:

“Merhaba, bekçi şiddeti haberini yapan muhabir benim. Eleştiriniz için teşekkür ederim. Bazı ezberlerden kurtulmak ne yazık ki zaman alıyor. Bazen de haberi yayınlatabilmek için bu dile mecbur kalıyoruz. Aslında bir açmaz yok ortada, üzerine gidilerek çözülebilir. Tekrar teşekkürler, aydınlatıcı oldu.”

Göz yaşartıcı iki karşılık, iki gazeteci arkadaşımın da 40 yıl kölesi olmaya razıyım yazı konusunda. Yardım talep eden her gazetecinin emrine amadeyim. Kırk yıllık falan gazeteciyim, bu süre yazı tedavi etmekle geçti, bilebildiğim kadar. Zaman içinde ben de öğrendim, öğrenilecek bir iş bu, öğrenmeye açık olmak, hevesli olmak, çabalamak gerek ama.

Evrim Deniz ve Can Bursalı’nın eleştiri karşısındaki tavrından da öğreneceğimiz çok şey var. Buradan başlamak en iyisi galiba.


Apsny News

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu