Politika

Çocuğunuzu korumak için ne kadar ileri gidersiniz: ‘Biz Kimden Kaçıyorduk Anne’


AYŞE DENİZ YURDAKUL

@denizyurdakul

‘Biz Kimden Kaçıyorduk Anne’ Perihan Mağden’in aynı adlı romanının esnek bir uyarlaması ve iki günde Netflix Türkiye’nin bir numarası.

Eylül Tumbar (solda) ve Melisa Sözen

“Bütün karaca yavruları gibi Bambi de doğar doğmaz ayağa kalktı. Gördüğü ilk canlı annesiydi ve harika biriydi. Annesinin sevgisi ve rehberliğiyle kısa sürede orman hakkında her şeyi öğrenmişti…”

Bambi, 1922 yılında Felix Salten tarafından yazılmış ve bugün hâlâ ne akla hizmet yapıldığını anlayamadığım bir şekilde 1942 yılında çizgi film olarak çekilip yayınlanmış ve o günden itibaren annesi avcılar tarafından öldürülen küçük karaca yavrusunun acıklı hikayesi küçük çocukların yüreklerini söküp erken yaşta travmaya maruz kalmalarına sebep olmuştur.

Perihan Mağden’in sıkı bir okuru olduğum için ve bu konuları sık sık köşesine taşıdığı için kendisinin de hem bir kız çocuğu olarak annesi ile hem de bir anne olarak kendi kızı ile yaşadığı ‘anne-kız’ meselelerinin şahidiydim.

‘Biz Kimden Kaçıyorduk Anne’ romanını da yayımlanır yayımlanmaz okumuştum. Romanın Netflix’e dizi olarak çekilmekte olduğunu duyunca hafıza tazelemek açısından tekrar okudum. Dolayısı ile şunu gönül rahatlığı ile söyleyebilirim ki Mağden’in romanı ile dizi birbirinden oldukça farklı. Senarist Ertan Kurtalan kitabı Netflix için uyarlarken Perihan Mağden’le birlikte mi çalıştı bilmiyorum ama dizi uyarlaması yapılırken roman adeta yeniden yazılmış. 

Romanla dizi çok farklı  

Mağden’in romanındaki anne, Melisa Sözen’in canlandırdığı ve dizi boyunca adını öğrenemediğimiz anneden çok farklıdır. Romandaki anne çirkin, ağır nevrotik, tehditkar ve çok hastadır. Kızının istediklerini yapması için onu ‘kendi gözünü çıkartmakla’ tehdit edecek derecede ruh durumu bozuktur.

Hikayeyi küçük kızın dilinden, son derece üstü kapalı bir şekilde dinleriz ve anlatım düz bir çizgide ilerlemez. Cinayetler de çoğunlukla sadece ima edilir. Mağden’in derdi bir cinayet romanı yazmak değildir. Cinayetlere odaklanmak yerine travmatik bir annenin kızının üzerinde nasıl baskı kurabileceğini anlatmak,  dünyadan izole ‘özel bir ünite’ olan anne-kızın hastalıklı bağlarını irdelemek ve annenin acısını deşip bu acıyı kızını kontrol edebilmek için nasıl kullandığını ortaya sermek ister. Cinayetleri bir fon olarak kullanıp üç kuşaktır devam eden bir anne kız dramını anlatmaya odaklanmayı tercih eder.

Dizi ise bu psikolojik romanı alıp ondan müthiş bir seri katil hikayesi çıkartmış. Bunu yaparken hikayeyi bir zaman çizelgesine oturtmuş, işin içine anne kızı takip eden polisleri katmış, anneye bir aile geçmişi, kıza bir baba yaratmış, çoğunlukla yurt dışında geçen olayları Türkiye’ye taşımış, cinayetleri görünür kılmış, son derece kanlı bir hale dönüştürmüş ve bütün bunları yapmakta son derece başarılı olmuş.

Seri katili sevmek kolay değil

Seyirciye katili, hele de seri katili sevdirmek oldukça zordur; seyircinin katili sevebilmesi, onunla özdeşleşebilmesi için katilin ya çok ‘anlaşılabilir’ bir motivasyonu olması gerekir (Dexter) ya da çok büyük bir karizması (Hannibal Lecter, Becerikli Bay Ripley)…

(Dikkat! Biraz sonra dizinin ikinci bölümünde ortaya çıkacak bir ‘spoiler’ var). Dizi de bizi en hassas yerlerimizden birinden, ‘anne evlat bağından‘ yakalıyor. Melisa Sözen’in son derece başarılı bir şekilde canlandırdığı; Bambi diye seslendiği kızı (Eylül Tumbar) ile beraber sürekli otelden otele  kaçarak yaşayan ve çılgın gibi para harcayan, tuhaf, gizemli, dışarıya tamamen kapalı ve ağır bir travması olduğu her halinden belli olan anne, bizi de; hem kaçmaları gerektiğine hem de korunmaları gerektiğine ikna ediyor ve bir noktadan sonra izleyici kızını korumak için her şeyi yapabilen bu annenin işlediği cinayetlere hak verir ve polisten kurtulmalarını ister hale geliyor.

Sinematografi güçlü

Konunun doğası gereği anne kız sürekli turistik bölgelerde ve genellikle en lüks otellerde konakladıkları için otellerin bulunduğu bölgelerin güzel manzaraları sinematografik açıdan diziye büyük bir avantaj kazandırıyor.

Hikayede bazı boşluklar olmasına ve maalesef repliklerin çoğu inanılmaz derecede gerçeklikten uzak, uzun ve teatral olmasına rağmen; hikayenin sürükleyiciliği, aksiyon dozunun ve temponun hiç düşmeyip giderek yükselmesi, ana hikayenin gizeminin yavaş yavaş çözülüyor oluşu, Deniz Türkali, Suna Yıldızoğlu ve Wilma Elles gibi konuk oyuncuların varlığı diziyi rahatlıkla izlenir kılıyor.

‘Ben de yapardım’

Sektör yeni şeyler deniyor ve ‘Biz Kimden Kaçıyorduk Anne‘, altından kalkılması oldukça zor bir tür olan ‘seri katil‘ alt türünü gayet başarılı bir şekilde ekrana taşıyor. Perihan Mağden, 2007 yılında Radikal Gazetesinde romanı ile ilgili verdiği bir söyleşide, “İnsanlar okuyunca ‘Ben de yapardım’ diye hissetsinler istiyorum” demiş. Romanda bu hissi tam olarak verebildiğini düşünmüyorum ama dizi seyirciye tam da bunu dedirtmeyi başarabiliyor. 

Netflix izleyicisi tarafından da ilgiyle karşılanan ‘Biz Kimden Kaçıyorduk Anne’yi, değişik bir türü işleme cesaretini gösterdiği için de önemli buluyorum. Ben tek oturuşta ve sonuna dek ilgiyle izledim size de tavsiye ederim.

‘Aile’ dizisi: Anneler ve oğullar




Apsny News

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu