Politika

Erdoğan puan kaybetmiyor, İmamoğlu ve Yavaş puan artırıyor — Diken


ONUR ÖNCÜ

@oencueonur

AKP, 31 Mart yerel seçimlerinden sonra girdiği bir seçimde ilk kez ikinci parti konumuna gelirken, CHP ilk kez birinci çıktı. Seçim sonrası CHP’nin ‘normalleşme‘, AKP’nin ise ‘yumuşama’ dediği bir süreç başladıysa da gerisi gelmedi.

Peki ana muhalefet partisi CHP’nin, AKP ile ‘normalleşme’ sürecini yürütmekteki azmi devam edecek mi? CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in ‘erken seçim’ çıkışı gerçekçi mi? Kamuoyunda tartışıldığı gibi MHP, AKP’nin elini kolunu bağlıyor mu?

İkinci temel mesele de ekonomi. Türkiye ekonomisi sermaye açısından bir fırsata dönüşürken, yurttaş nezdinde eziyet yaşanıyor. Bunun temel sebepleri neler? Vergi vermeyen şirketlerden vergiler alındığı taktirde, bu kaynak sorunu çözülür mü?

İstanbul Ekonomi Araştırma Yönetici Ortağı, araştırmacı ekonomist Can Selçuki, sorularımızı yanıtladı.

31 Mart yerel seçimleri sonrası Özgür Özel, partisinin erken seçime hazır olduğunu belirtti, birkaç yerde de erken seçim çağrısı yaptı. Erken seçim için şartlar müsait mi?

Bence erken seçim için şartlar müsait değil. İki yerden ele almak lazım. İlk olarak erken seçim kararının alınabilmesinin hukuki kanallarına, mekanizmasına bakmak lazım. İki şekilde erken seçim kararı alınabiliyor. Meclis’te 360 milletvekilinin oyuyla erken seçime gidilebiliyor veya cumhurbaşkanı erken seçim kararı alabiliyor. Ben her iki dinamiğin de ortada olmadığını görüyorum. Bir yandan cumhurbaşkanının bir erken seçim kararını şu anda alabileceğini düşünmüyorum. Öte yandan Meclis’te de bir erken seçim kararı alabilecek çoğunluğun olmadığını düşünüyorum.

Bir de erken seçimin ‘erken‘liğini tanımlamak lazım. Benim için erken seçim önümüzdeki bir sene içerisinde olacak bir seçim. Yani 2027’de olacak bir seçim için, şimdiden erken seçim demek çok doğru olmaz. Erken seçimi muhalefetin de istediği kanaatinde değilim. Çünkü belediye seçimlerinde çok ciddi bir zafer elde edildi. Ortaya bir performans koyma fırsatı var. Daha o süreler geçmeden, yani performansı ortaya koyacak, kazanılan belediyelerde halkı ikna edecek çalışmalar yapılmadan, muhalefetin bir erken seçim talebi olacağını düşünmüyorum.

O zaman Özel neden erken seçim diyor?

Birincisi muhalif kamuoyundan baskı var. “Fırsat bu fırsat. Zaten ekonomi çok kötü gidiyor, erken seçim yapılsın ve iktidar olalım veya AK Parti’yi yenelim” gibi bir bakış açısı var. Kamuoyunu rahatlatmak için bu baskılara bir cevap vermek durumda.

İkincisi, eğer daha geniş bir anayasa değişikliği, bir sistem değişikliği, sistemde geri dönüş gibi bahisler varsa, kamuoyu önünde olmayan ama özel görüşmelerde dile getirilen, belki öyle bir senaryonun ürünü olarak erken seçim gündemi oluşabilir. Erken seçim bahsinin biraz da bu değerlendirmeler dahilinde yapıldığını düşünüyorum. Ama daha öyle net bir erken seçim gündemi olduğu kanaatinde değilim…

90’ları hatırlayalım. Ekonomi böyle kötü giderken, 90’larda erken seçim üreten iki dinamik vardı. Biri, koalisyon hükümetlerinde koalisyon ortaklarından birinin çekilmesi sonucu erken seçime gidilebilirdi. Bir de işler çok kötü gittiğinde ordudan ‘Bu işi toparlayın, seçime gidin‘ diye mesaj gelirdi ve erken seçim olurdu. Her iki dinamik de şu anda Türkiye’de yok. Bu yüzden de ben erken seçim olacaksa eğer, önümüzdeki bir sene içerisinde, bunun CHP’nin baskısıyla değil, MHP’nin erken seçim kararını aldırabileceğini düşünüyorum.

Son 25 yıla bakıldığında MHP’nin erken seçim aldırma konusunda başarılı olduğu aşikâr. MHP’nin AKP’yi kontrol ettiği, AKP’nin elinin kolunun MHP tarafından bağlandığı yorumları da yapılıyor. Sizce MHP, AKP’yi kontrol ediyor mu?

Hem evet hem hayır. İlk önce hayırdan başlayayım. İktidarın şu anda en öncelikli politik alanı ekonomi. Mehmet Şimşek geldi ve bir istikrar paketi uyguluyor. İstikrar paketleri, faturanın halka ödetildiği programlardır. Şu anda hane halkı ciddi bir bedel ödüyor. Ve MHP’nin bu programın arkasında olduğunu görüyoruz. Buradan bakınca, MHP’nin AK Parti’nin elini kolunu bağladığı kanaatinde değilim. Zira bu çok zor, maliyeti çok yüksek ekonomi programını, MHP’nin tam desteğiyle Mehmet Şimşek uyguluyor.

Kaldı ki zaten bu tip programlar sadece teknik meseleler değildir. Yani bir siyasi irade ve mutabakat gerektirir. O bakımdan MHP gerekli desteği veriyor.

Elini kolunu bağlıyor mu AK Parti’nin? Eğer o yorumu yapacaksak, o zaman AK Parti’nin şöyle bir niyeti olduğunu varsaymalıyız; 15 Temmuz’dan beri benimsenen güvenlikçi politikalardan geri adım atıp özgürlükleri tekrar ön plana çıkartmak istediği, daha liberal birtakım politikaları ön plana çıkartmak istediği… Böyle bir gündemi varsa eğer AK Parti’nin, evet MHP bunun önünde engel teşkil ediyordur. Böyle bir niyetin özellikle yerel seçimlerden sonra olabileceği görüşündeydim. Hala 2028’e giden yolda AK Parti’nin yön değiştirebileceğini düşünüyorum. O açıdan bakıldığında benim değerlendirmem doğruysa, AK Parti’de hakikaten böyle bir niyet varsa, evet, MHP orada elini kolunu bağlıyor. Ama reel politikte, uygulanan ekonomi politikasında MHP’nin AK Parti’ye son derece yüksek perdeden destek verdiğini görüyoruz.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan on yıllar sonra CHP Genel Merkezi’ne gitti…

En son Deniz Baykal’a gitmişti.

Evet, Özel de Kemal Kılıçdaroğlu’nun aksine Erdoğan’a siyaseten elini uzattı. Bunu normalleşme ve yumuşama olarak adlandırdılar. Aynı zamanda peş peşe yasaklar gelmeye başladı. Bir yandan ekonomiye bakıyoruz, krizin faturasını vatandaş ödüyor…

Yasaklara yönetememe, kapasite sorunu üzerinden bakmakta fayda var. Bu açıdan anayasa fırlatma krizine çok benzer bir dönem içerisinde olduğumuzu düşünüyorum. Konu konu ele alalım…

Sokak hayvanları diyorsunuz, çözüm bulamıyorsunuz ve öldürme tercihini seçiyorsunuz. Mülteciler-sığınmacılar diyorsunuz; sayıyorsunuz neredeyse Türkiye’nin birçok şehrinin nüfusundan daha fazla sığınmacının yerini bilmiyorsunuz. 700 binden fazla sığınmacıyı bulamıyorsunuz. Instagram, TikTok diyorsunuz, orada birtakım sıkıntılar var çareyi yasaklamakta buluyorsunuz. Instagram’ın kapatılması ile “Çok kaza oluyor, arabalar hız yapıyor, bu yüzden yol yapmayalım” demek arasında bir fark yok. Bütün bunlara baktığınızda bir yönetememe meselesi ortaya çıkıyor. Bir kapasite sıkıntısı var.

Bu Instagram işine bir parantez açmak istiyorum. Olaya sadece Türkiye perspektifinden bakarsak çok büyük bir tartışmayı ıskalamış oluruz. Çünkü META, Google, Amazon gibi bu dev teknoloji şirketleri dünyanın her yerinden egemen devletlerle itilaf yaşıyor. Bunlar çok büyük şirketler. Yüz milyarlarca dolardan bahsediyoruz. Dolayısıyla Türkiye’deki politika ele alınırken biraz şuna bakmak lazım; Türkiye gibi orta güçte bir ülkenin bu tip teknoloji devlerine karşı nasıl bir politika benimsemesi lazım? Dünyada diğer gelişmekte olan orta güçteki ülkeler ne yapıyor? Orta büyüklükteki bu ülkeler teknoloji devlerine karşı kendilerini nasıl pozisyonlandırıyor, nasıl regülasyonlar yapıyor ve Türkiye burada bir küresel mücadelenin parçası olabilir mi? Bunlar nasıl vergilendirilecek, içerikleri nasıl düzenlenecek gibi birçok konu var ama biz bunu ‘Yerli ve milli sosyal medya açalım‘ tartışmasına indirgiyoruz. Öyle olmuyor. Dolayısıyla bütün bunları birleştirdiğiniz zaman, evet bir yandan yasaklar geliyor ama genel bir yönetememe sorununa işaret ediyor.

Bu yönetememe krizinin sonucunu somutlaştıracak olursak yerel seçim sonuçlarını örnek gösterebiliriz.

Evet, ama yerel seçim sonuçlarına dair biraz anketlerden yola çıkarak değerlendirme yapayım. Araştırmacıların çok sevdiği bir soru vardır: 1’le 10 arasında kendinizi nerede tanımlıyorsunuz. 1 en sol, 10 en sağ olmak üzere… Ben bunu ne zaman anlatsam çok eleştiri alıyorum. “Sağ, sol mu kaldı” diye… Buna hiç katılmıyorum. Sağ-sol bugün hiç olmadığı kadar önemli bir çerçeve. Hem Türkiye’de hem diğer ülkelerde insanların sağ-sol aidiyetinin, oy verme davranışlarıyla çok ilişkili olduğunu görüyoruz. 2018’den beri kendini sağda tanımlayanların sayısı azalırken, solda ve merkezde tanımlayanlar artıyor. Merkezde tanımlayanların artmasının itici gücü, gençlerin kendilerini daha merkezde görmeleri. Türkiye’de 2022’de yaptığımız bir araştırmada şunu gördük: Kendini sağda tanımlayanların çok büyük bir kısmı kendini en sağda tanımlıyor. Orada yaklaşık yüzde 30’un üzerinde bir kitle var.

Bu direkt 1 ila 10 arasında 10 değil mi?

Evet direkt 10. AK Parti için bu yıllarca çok konforlu bir alandı.

Neden?

Çünkü eğer sizin kendini 10’da tanımlayan bir kitleniz varsa, kendini 4’te 5’te 6’da tanımlayan bir CHP kolunu ne kadar uzatırsa uzatsın o 10’daki kitleye değemiyordu. Mesafe çok fazla. Ve orada hep konfor alanında iktidarınızı koruyorsunuz. Yerel seçimde ne oldu ama? İki şey oldu… Birincisi ekonomi. İkincisi bu sefer rakip beklenmedik bir yerden… Kendini sağın en ucunda, 10’da tanımlayan bir yerden rakip çıktı. Yeniden Refah Partisi. Ve kendini en sağda tanımlayanların bir kısmını yakaladı. Yeniden Refah, orayı dağıtınca CHP, o kendini 10’da tanımlayan insanların yaşadığı yerlerde belediye kazanabildi. Ve hayatında ilk defa oradaki kitleye, uzanamadığı kitleye hizmet götürme onlarla hemhal olma şansı yakaladı.

Bu ‘normalleşme‘ süreci, Özgür Özel’in Erdoğan’la görüşmesi, AK Parti ile iletişim kanallarını açık tutması, aslında bu sonucun bir yansımasıdır. Ve ben hala bugün itibarıyla doğru buluyorum o stratejiyi. Bizler her gün siyaset yorumluyoruz. Her yerdeki siyasi gündem bizim okuduğumuzu yorumladığımız hızla akıyor ve değerlendirmeye tabii tutuluyor diye düşünüyoruz. Öyle değil. Dolayısıyla seçmen nezdinde fikirleri oluşturan yapısal meseleler, değişmesi vakit alan eğilimler var. Onları değiştirebilmek için de ana muhalefet partisi lideri doğru bir stratejiyle daha önce ilişki kuramadığı yerlerle ilişki kurmaya çalışıyor.

Bu açıdan da evet bir tarafta yönetememe krizinin de bir parçası olarak yasaklar var ve yasaklar devam edecek gibi gözüküyor. Ama bu diyaloğun başarısız olduğu ya da sürdürülememesi anlamına gelmiyor. Çünkü Türkiye’de bezginlikten de kaynaklanan siyah-beyaz isteyen bir kitle var. Ama bu kitle toplumu yansıtmıyor. Bunlar daha çok gazetelerde yazanlar, televizyonlarda konuşanlar, ‘kanaat önderi’ olarak kendini konumlayan insanlar, ideolojik olarak daha keskin bireyler ve onlar siyah-beyaz yaklaşımlar istiyorlar ama hayat öyle akmıyor.

Geçmiş dönemde yaptığınız araştırmadan yola çıkarak şunu sormak istiyorum: AKP’nin yaşadığı güç kaybındaki en büyük etken olarak ekonomi mi diyeceğiz, yoksa Yeniden Refah gibi alternatif bir partinin ortaya çıkması mı?

İkisi de. Çünkü neden? Bizim araştırmacı olarak 14 Mayıs’taki (2023 cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri) en büyük hatamız neydi? Ekonomi kötüye giderken, anketlerimiz, bunun muhalefete yaradığını gösterdi. Fakat orada başka bir tepki varmış, biz onu yakalayamamışız. Bu sefer ekonomi kötüye giderken, oyların daha rahat gidebileceği bir adres oluştu. Yeniden Refah Partisi burada çok önemli bir rol oynadı. Ama şunu da atlamayalım, 2023’te AK Parti’ye oy veren yaklaşık 1,5 milyon seçmen yerel seçimlerde CHP’ye oy verdi. 2 milyon seçmen sandığa gitmedi. Aşağı yukarı 1,4 milyon seçmen de Yeniden Refah Partisi’ne oy verdi.

Bu verilerden yola çıkarsak, sandığa gitmeyen ve CHP’ye oy verenlerin de bir kısmını çıkarırsak, AKP’nin çok büyük bir güç kaybetmediği sonucu çıkıyor ortaya.

Bakın liderlerin başarı puanlarını ölçüyoruz. Mart seçimlerinden sonra ilk defa Erdoğan’ın üzerinde daha başarılı liderler çıktı ortaya; Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu. Bu durum mayıs ve hazirana kadar böyle geldi. Raporlarımızda dikkati çektiğimiz şey şuydu: Evet Yavaş ve İmamoğlu Erdoğan’ın üzerine çıkıyor ama Erdoğan başarı puanını kaybettiği için değil, onlar başarı puanını artırdığı için. İlk defa temmuzda Erdoğan’ın başarı puanında gerileme gördük. Ama oraya kadar gelen süreçte Erdoğan başarı puanını muhafaza etmişti. Sizin sorduğunuz soruyla da bağlantılı, Erdoğan’ın başarı puanında öyle çok ciddi bir oynama yok.

Anketlerden devam edelim. Şimdi 14 Mayıs 2023 seçimleri öncesi muhalefet ‘İlk seçimde gidecekler. Ekonomi zaten kötü’ dedi. O süreçte hemen anketler gelmeye başladı. Hemen hemen her ankette Kılıçdaroğlu, Erdoğan karşısında ciddi bir farkla öndeydi. 14 Mayıs akşamı anket şirketlerinin ‘yanıldığını’ gördük. Siz de fark etmişsinizdir, 28 Mayıs sonrası muhalif seçmen uzun bir süre siyasetle pek ilgilenmemeye başladı. İnsanlarda bir bıkkınlık oluştu. Bu bıkma haline ilişkin ne söylemek istersiniz?

2023 seçimlerinden önceki üç ayda şunu gördük: Bir yandan olumsuz ekonomik değerlendirmede bir düzelme… Fakat bunun oy verme tercihine yansımadığı…. Ne oldu mayıs seçimlerinden önce? Çok ciddi bir mali genişleme oldu. İki defa asgari ücret artışı, KKM, EYT derken çok ciddi para dağıtıldı. Bununla beraber yüzde 52 oy aldı Erdoğan ve kazandı. Seçimlerden sonra özellikle muhalif seçmenin ilgi kaybı, aslında seçim sonuçlarından çok, seçimlerden sonra CHP yönetiminin tutumu, tavrı oldu.

Yerel seçimlerden sonra hakikaten CHP’yi hep birinci parti olarak gördük. En son 8-9 puan fark olduğunu gördük ama bütün yapılan anketlerin ortak noktası kararsızların ve “Oy vermeyeceğim” diyenlerin çok yüksek olması. Dolayısıyla şu anki anketler bir memnuniyetsizlik gösteriyor kesinlikle ama böyle seçimsiz bir dönemde, ekonomik programının faturasının en ağır olduğu dönemde, buradan yola çıkarak “Tamam muhalefet bu işi halletti” demek, çok erken, çok kolaycı bir yaklaşım olur.

Ciddi bir kriz yaşıyoruz. AKP’nin bu ekonomi politikalarına karşı muhalefet nasıl bir politik hat çizmeli? Ve yurttaşlar bu krizin faturasını ödemeye devam edecek mi?

Gayet tabii edeceğiz. Enflasyonu düşürmek çok maliyetli bir iş. Bu arada bunun maliyetini de halka ödetmek zorunda değilsiniz. Bu bir ideolojik tercihtir.

İdeolojik tercih meselesini açar mısınız?

Önceliklendirmelerinizi ona göre yaparsınız. Bir örnek vereyim. Enflasyonu sadece ücretlerdeki artışa bağlayıp, ücretleri baskılamaya ve yerel talebi baskılamak üzerinden enflasyonu düşürme programı takip edip, şirket karlarına veya finansal getirinin fazlalığına bakmadan devam ederseniz, bu bir tercihtir. Merkez Bankası başkanına çok net bir şekilde soruldu bu. Cevap vermedi, “Takip ediyoruz” dedi.

Şunu da söyleyeyim: Orada yapılacak işleri Merkez Bankası başkanı veya Merkez Bankası araçlarıyla yapmak mümkün değil. O ekonomi yönetiminin, yani hükümetin adım atması gereken bir alan. Sonuç olarak Merkez Bankası başkanı orada cevap vermeden sorunun etrafından dolandı. Dolayısıyla bunun bedelini ödemeye devam edeceğiz.

Bizim burada kaçırdığımız, Instagram tartışmasında olduğu gibi, küresel tartışmayı ıskalıyoruz. Şöyle bir varsayım var: Ekonomi kötü gidiyor, yeni bir arayış var. Bir yönetim ve kapasite sıkıntısı var. İyi güzel işte bu oylar muhalefete doğru yolunu bulur. Hayır, böyle olmak durumunda değil. Gelir bir sağ popülist buradaki memnuniyetsizliği, duygular üzerinden kutuplaştırarak, gayet güzel alıp Türkiye’yi bambaşka bir yere götürebilir. Yani buradan tercihlerin sosyal demokrasiye evrileceğini varsaymak, çok makul bir yaklaşım değil. Dolayısıyla ekonomik krizi ve bunun siyasi sonuçlarını değerlendirirken küresel tartışmayı ıskalamamak lazım. Şimdi makro ekonomik istikrar sağlanır. Onun reçetesi çok basit aslında. Faturayı ödetirsiniz geniş kesimlere ve bir şekilde Türkiye’de enflasyon da düşer faizler de normale döner. Ancak, bu sürede önümüzdeki on yıllara ihtiyacımız olacak kapasiteleri kurmuyoruz. Verimliliğimiz düşüyor, beşeri sermayenin kalitesi düşüyor. Türkiye’nin orta uzun vadede kalkınmasının itici gücü olacak alanlarda çok ciddi kan kaybediyoruz.

Büyük şirketlere yönelik vergi afları olmasa, vergiler düzenli bir şekilde alınsa bu duruma gelmezdik şeklinde bir tespit yapılıyor. Bu durum bu kadar etki ediyor mu?

Hayır. Bu kadar etkili değil. Tamamen etkisiz olduğunu tabii ki söylemeyeceğim. Sonuç olarak siyaset nedir? Yüz birim servetimiz var ülkece. Bunu nasıl paylaşacağız. İdeolojik ayrışmaların temelinde de bu var sonuç itibariyle. Biz kaynak tahsisinde neyi önceliklendiriyoruz, nelere yatırım yapıyoruz? Burada yatırım yapılan yerler itibariyle Türkiye’nin daha yetenekli ve rekabetçi bir işgücüyle, yeni dünya ekonomisine hazırlandığı birtakım tercihler yapılmıyor. Çok ön plana çıkan savunma sanayi var. Orada güzel şeyler yapılıyor. Evet, doğru ben de katılıyorum. Ama 85 milyonluk bir ülkenin bütün kalkınma hikayesini savunma sanayi üzerinden kurgulayamazsınız. Bu gerçekçi değil. Bizim Suudi Arabistan gibi petrolümüz olurdu, tamam çıkaralım çıkaralım harcayalım. Onlar bile şimdi ekonomilerini çeşitlendirmeye çalışıyor. Dolayısıyla burada mesele sadece vergi ödemeyen firmaların vergilerini ödemeleri değil. Topyekûn bizim önceliklerimiz ve kaynak tahsisi üzerinde tartışma yapıyor olmamız lazım. Ben bunun olmadığını görüyorum.

Peki muhalefet? Onların bu noktada bir planı var mı?

Özgür Özel ve arkadaşları yönetime geldikten sonra ellerinde bir yerel seçim buldu. Dolayısıyla yeni yönetimin fikri çerçevesi nedir henüz göremedik. Muhalefetin siyaseti daha çok günlük olaylara tepkiler ekseninde belirleniyor. Ama kuşkusuz yeni CHP yönetiminin bir fikri çerçeveye ihtiyacı var. Yani topluma bir önermede bulunması lazım. Belki de yaklaşan tüzük kurultayı bunun için bir fırsat olarak değerlendirilecektir, bilemiyorum. 2028’e giderken nasıl bir yeni kalkınma modeli öngörüyor, buna dair bir şey söylemesi lazım. Henüz bu çerçevenin oluştuğu kanaatinde değilim. Ne yapılıyor? Belediyeler üzerinden CHP’nin toplumla temasına yeni bir kimlik kazandırılıyor. Sosyal ve özgürlükçü ilkeler önceliklendiriliyor. Daha CHP’nin konuşamadığı yerlerde hizmet üzerinden konuşması olarak tanımlayabileceğimiz bir strateji izleniyor.


Apsny News

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu