Politika

‘Uyandığımda Sesim Yoktu’ – Diken


H. AYHAN TİNİN / Sanat da var / Tiyatro 

Bir pencerenin dört sınır çizgisi vardır.

Suçluluk.

Fedakârlık.

Hoşgörü.

Öfke.

Bir pencerenin… Mutfak lavabosunun önündeki bir pencerenin… Lavabonun önündeki pencerenin ardında… Genellikle bir kadın vardır. Lavabonun önündeki kadın, bu dört sınır çizgisinin içinde yaşar bazen…

Seyredilmesi benim için oldukça gecikilmiş ve fena halde hata edilmiş bir oyunun; günah çıkartma yazısı bu…

“Uyandığımda Sesim Yoktu”! Son dönemde izlediğim en iyi oyunlardan biriydi…

İki Kanadalı kadın yazara ait metnin ille de bir konusu olacaksa; “Annesi ölen bir kadının cenazede okuyacağı yazısını yazarken kendisiyle konuşması” diye bir konu tanımlamak mümkün, fakat bu asla oyun hakkında anlamlı bir bilgi olmayacaktır.

Belki de “Bir kadının, kadınlığı ile annesinin ölümü üzerinden yüzleşme halleri” de diyebilmek mümkün.
İyisi mi ben “Kadınlık üzerine, günümüzün tiyatro diliyle çağdaş bir metnin yorumlanması” olarak tanımlayayım sahnedeki işi… En azından konu severlere bir işaret fişeği olsun.

Ancak oyunun bundan çok daha fazlası olduğunu da eklemeden geçmeyeyim. Güçlü tiyatro oyunları, yanıtları vermezler, sorular sorarlar. “Uyandığımda Sesim Yoktu” oyunu da tam bu tanımla örtüşüyor.
Sahnede gerçekten iki iyi oyuncu var. Burcu Görek ve Dilara Gül. Bitmeyen bir enerji ve başarılı bir koreografiyle, tek perdelik oyunda zamanın nasıl geçtiğini seyirciye unutturuyorlar.

Yönetmen yorumu oyunun her dakikasına sinmiş; Tamer Levent zor ama günümüze yakışan metni sahneye olması gerektiği gibi yansıtmış. Koreograf Utku Demirkaya da Amy Nostbakken ve Norah Sadava’nın yazdığı metni içselleştirince; sahnede her şey uyum içinde akarak seyircinin iç dünyasına ulaşıyor.

Tiyatro kelimeler ve bedenin yardımıyla seyirciye derdini anlatır.

Hele çeviri oyunlarda, bu ‘kelimeler’ paydası iyi zorlar sahneyi… Her dilin titreşimleri, uygun kelime dizilişi, şiirselliği ve anlam yankıları farklıdır. Burada da oyunun çevirmeni Gökçenur Şehirli’nin alınterine tanık olduk.

Mesele kadınlık halleri… Dünyanın her coğrafyasında kadın olma trajedisi…

Aslında kadın ve erkek bu dünyada iyi bir eşleşmedir. Fakat dünyanın hali, iyi gelmiş eli kötü oynayan, acemi bir kumarbazdan farksız!

Doğuyoruz. Büyürken kadınlığı ya da erkekliği öğreniyoruz.

Her erkeğin içinde bir kadın, her kadının içinde bir erkek var. Birini besler diğerine öfkelenirken; beslediğimizden nefret edip, öfkelendiğimize bağlanmak gibi bir çatışmanın içinde savrulup duruyoruz.
Erkekler yüzleşemedikleri bu halleriyle giderek daha cılızlaşırken, kadınlar ‘her şeyi hallederek’ en dişi biçimlere bürünüp dişi değilmiş gibi yapmak, söylemek istediklerini değil de yalnızca kendisinden beklenenleri dile getirmek, kendi gerçeklerini bildikleri halde farkında değilmiş gibi davranmak ikilemleri içinde seslerini kaybediyorlar.

Oyunda annesinin cenaze günü yapacağı konuşmayı hazırlarken, kendi sesini bulmaya başlayan bir kadının öyküsü, katman katman açılarak sesini kaybetmiş bütün kadınların öfkesine dönüşüyor.

Yazmak değiştirmektir.

Fakat yazgımız ya değişememekse?

Çocukken büyümek ve olgunlaştığımızda asla ebeveynlerimize benzememek isteriz. 35’i geçtikten sonraysa kadınsak annemize, erkeksek babamıza benzeriz! Biraz farklı tezahür ederiz o kadar…
‘Uyandığımda Sesim Yoktu’ yanıtları vermiyor fakat size ait soruları bulmanıza yardımcı oluyor.

Tiyatro severler için izlenmesi gereken bir sahne performansı.


Apsny News

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu