Politika

Adli tıp uzmanı Prof. Dr. Halis Dokgöz: Kusursuz cinayet yoktur


MESUDE DEMİR

Adli tıp uzmanı Prof. Dr. Halis Dokgöz, aslında hepimizi bir şekilde ilgilendiren adli tıp ve adli bilimler ‘okur-yazarlığı’nı yükseltecek ‘Kusursuz Cinayet’ kitabını yazdı. Dokgöz, “Kusursuz cinayet yok, çünkü kusur cinayetin ta kendisi” diyor.

Fotoğraflar: Diken

Adli tıp veya adli bilimler deyince akla önce kriminoloji, kriminalistik geliyor. Oysa alan bundan ibaret değil, çok zengin. Nitekim kitabın adına bakıp kusursuz cinayetin ipuçlarını veriyor da sanmayın!

Dokgöz, adli bilimler ve adli tıp alanına meraklılara, kriminoloji ve polisiye tutkunlarına, hukukçulara, medya çalışanlarına, edebiyat, sinema-dizi ve görsel sanatlarla amatör veya profesyonel olarak ilgilenen herkese yeni perspektifler katmayı hedefliyor.

İşin uzmanı, adli tıp ve adli bilimlerin toplumsal yaşamımızın içinde ve hepimizi doğrudan ilgilendirdiğini söylüyor: “Suç olarak tanımlanan eylemlerde sadece suçlunun belirlenmesinde bilimsel gerçekliğin kullanılması değil aynı zamanda bunların hukuk sistemine ve kültür sanat yaşamımıza yansımaları kaçınılmaz.”

Adli tıp ve adli bilimler alanında olan bitenin toplumla doğru şekilde paylaşılmasını da zorunluluk ve görev sayan Dokgöz, kitabını bir yolculuğun başlangıcı olarak görüyor.

Kitap, ‘Kusursuz cinayet var mıdır?‘ sorusunun yanıtını ararken, tarihsel süreçte adli olayların aydınlatılmasında bilimsel gerçekliğin hukuksal sistemdeki yeri ve toplumsal yansımalarını da sorguluyor. Türkiye’de uygulanan bilimsel yöntemler yanında eksikliklerimiz, yetersizliklerimiz ve olası çözüm önerilerini de paylaşıyor.

Okurken alanın aslında ne kadar çok disiplinle ilişkili olduğunu, sürekli gelişen bilimsel yöntemlerin gerçeğe ulaşmaya, hukuka ve adalete katkısını bir kez daha kavrıyoruz.

Dokgöz aynı zamanda ödüllü bir karikatürist. En son Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nce (TGC) Birgün Gazetesi’nde Metafor isimli köşesinde Aralık 2022 ile Eylül 2023 arasında yayımlanan toplumsal konulu karikatürleri nedeniyle karikatür alanında 2023 yılı Sedat Simavi Ödülü’ne değer görüldü.

Dokgöz ile konudan konuya atlayarak söyleştik. Hem sorularımızı yanıtladı hem de Diken okurlarıyla da karikatürlerinden bazılarını paylaştı.

Yılların adli tıpçısınız. Bu deneyiminize dayanarak, kusursuz cinayet var mıdır diye sorarak başlamak istiyorum.

Sonda söyleyeceğimi baştan söyleyerek başlamak isterim, hayır. Çünkü kusur cinayetin bizzat kendisi. Burada cinayetin değerlendirme sürecinde eksiklik ve/veya yetersizlik söz konusu. Adli bilimler alanında çalışanların bilimsel gerçeklikleri ortaya koyması ve bir bütün olarak olayın analizi ve elbette sonrasında sentez çok önemli. Ve farklı disiplinlerden ekibin doğru çalışması da tabii.

Yeni kuşak siber suçlara yetişmek zor

Kitabınıza konu olanlar dışında yeni yeni gelen, gelişen, heyecan uyandıran alanlar var mı?

Adli bilimler alanında herkes DNA incelemeleri üzerine bu kadar yoğunlaşmışken benim en çok çevresel değişimlerin adli olaylara yansımaları, yani adli ekoloji çok ilgimi çekti. Sadece çevresel değişimlerin olası iklim değişikliklerine yansımaları değil, aynı zamanda çevresel suçlar ve suçluların belirlenmesinde adli ekoloji biliminin nasıl kullanıldığı ve olayların aydınlatıldığını anlatmaya çalıştım. Adli ekoloji, suçluların saptanmasında çok önemli rol oynarken, doğayla barışık yaşamamız ve gelecek kuşaklara yaşanılabilir bir dünya bırakmamızın da ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Yine siber suçlar, kriminal müzeler, ilaçlarla kolaylaştırılan cinsel suçlar, adli belge incelemeleri ve klinik sendromlar, yani hayata ilişkin bir alan meraklılarını bekliyor.

Adli tıbbın tüm bu alanları içinde sizin ilginizi çeken, üzerinde en çok çalıştığınız hangisi?

Kitabı aslında bir adli tıp ve adli bilimler okuryazarlığı olarak kabul edebiliriz. Hayatımızın tam merkezinde yer alan ve edebiyat, sinema ve medyada da sık sık gündeme gelen çeşitli adli olaylar ve tartışmalarda bilimsel bilgilerin eksik veya yanlış kullanımına tanıklık ediyoruz. Teorik bilgilerin havada uçuştuğu çağımızda adli bilimler alanında yaşanan bilimsel gelişmelerin toplum, edebiyat ve sanata yansımaları kaçınılmaz. Bu yansımaların toplumsal yaşamda, medyada, edebiyatta, sinema ve görsel sanatlar gibi alanlarda doğru kullanılmasının büyük önem taşıdığını düşünüyorum. Bu kitabın adli bilimler ve adli tıp alanına meraklı insanlara, polisiye tutkunlarına, medya çalışanlarına, edebiyat, sinema-dizi ve görsel sanatlarla amatör ve profesyonel olarak ilgilenen herkese yeni perspektifler katacağına inanıyorum. Kitapta aslında ‘Kusursuz cinayet var mıdır?‘ sorusunun yanıtı yanında tarihsel süreçte adli olayların aydınlatılmasında bilimsel gerçekliğin hukuksal sistem ve toplumsal yansımaları sorgulanıyor.

Adli tıp alanında özellikle çocuk hakları, temel çalışma alanım diyebilirim. Hatta bir karikatürist de olmam nedeniyle çocuk hakları konusunda bilimsel çalışmalarıma koşut olarak çocuk anayasası niteliğindeki Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni karikatürlerle çizerek ‘Karikatürlerle Çocuk Hakları Sözleşmesi’ kitabını yayındım. Çocuklarımıza haklarını karikatürlerle anlattım.

Son yıllardaki en önemli gelişme nedir sizce?

Belki çok beylik bir yanıt olacak ama adli bilimler ve adli tıp hayatımızda olan biten her şeyle çok yakından ilgili ve bilimsel gelişmelere yetişmek neredeyse olanaksız. Ama DNA incelemeleri yanında siber teknolojideki gelişmelere yetişmek son derece zor. Özellikle siber suçlar dediğimiz yeni kuşak suçlarla tanışmaya devam ediyoruz.

Dünyada örneği yok, yapısı değişmeli

Devlet adli tıp alanını, Adalet Bakanlığı’na bağlı tutarak kontrol etmek istiyor. Siyasetin hukuk üzerindeki etkisi malum. Bu doğru bir yapı mı? İdeali ne sizce?

Adli tıp ve adli bilimler alanında hızına yetişmekte zorlandığımız bir bilimsel gelişme yaşanıyor ve kurumsal yapıların bu değişime ayak uydurması artık bir zorunluluk. Gerek adli raporlar gerekse adli otopsilerin bilimsel standartlara uygun koşullarda yapılması kadar adli tıbbi uygulamaların uluslararası kılavuzlar, sözleşmeler, tıbbi uygulamalar, kanıta dayalı analizler ve bilimsel literatürlere uygun olmak zorunda. Aksi halde tartışmalı durumlar ortaya çıkıyor ki, ben bunu olumlu buluyorum. 2005’de çıkan yeni Türk Ceza Yasası kapsamında CMK 67 ve Hukuk Muhakemesi Kanunu (HMK) 293 kapsamında sadece mahkemelerin atadığı bilirkişiler değil, taraflar da kendi bilirkişilerini belirleyebiliyor. Böyle olunca, aldıkları uzman mütaalalarıyla bilimsel gerçeklikler mahkemelere taşınıyor. Gerçekliğe ulaşabiliyor.

Adli Tıp Kurumu, Adalet Bakanlığı’na bağlı, dolayısıyla özerk değil. Atama ve yükseltme yönetmeliği olmayan ve kurumsal yapı içinde liyakat sistemi barındırmayan bir yapıdan bahsediyoruz. Ayrıca bu yapıya benzer bir kurumsal yapının benim bildiğim dünyada da bir örneği yok. O nedenle sorunların olması da çok doğal. Dünyayı yeniden keşfe gerek yok. Bir parçası olduğumuz dünyada ülkemize uygun bilimsel standartları ve liyakatı barındıran özerk bir kurumsal yaklaşım zorunlu görünüyor. Ayrıca mahkemeler bilirkişi kurumu olan üniversitelerden daha çok yararlanmalı. Çünkü üniversiteler doğası gereği bilimsel gelişmelerin en yoğun yaşandığı ve izlendiği yapılar.

Ülkenin her yerinde adli tıpçılar, alanlara göre uzmanlaşma şansı bulabiliyor mu? Adli tıp uzmanı sayısı yeterli mi?

Ülkemiz yeterince adli tıp uzmanına sahip bence. Ayrıca adli olayların niteliğine göre adli bilimler alanında uzmanlar ve teknisyenlerle birlikte farklı disiplinlerle çalışmaların olması için multidisipliner bir yaklaşım gerektiğinin de altını çizmek isterim. Bu organizasyonları yapacak bir yapılandırmanın gerekliliği ortada duruyor. Her yerde ve lokalizasyonda değil, bölgesel bazda bir yapılanma ve adli bilimler alanından farklı uzmanların bir ekip sistemi içinde çalışması gerektiğine inanıyorum.

Kurum üniversitedeki uzmanları görmezden geliyor

Adli tıp kongrelerinde ya da siz uzmanlar aranızda hangi sorunların ‘otopsi’sini yapıyorsunuz? Neler görüyorsunuz?

Üyesi olduğum Adli Tıp Uzmanları Derneği’nin düzenlediği uluslararası nitelikli adli bilimler kongrelerinde kitabımın içeriğini de oluşturan pek çok konu masaya yatırılıyor. Örneğin geçen yıl yapılan kongrede deprem ve afet kurbanlarının kimliklendirilmesi sorunu irdelendi. Olası çözüm önerileri ortaya konuldu. Ancak kongreye Adli Tıp Kurumu’nun kurumsal olarak katılmadığının altını çizmeden geçemeyeceğim. Yine Adli Tıp Kurumu’nun düzenlediği kongreye ise Adli Tıp Uzmanları Derneği ve pek çok üniversiteden öğretim üyelerinin davet edilmediğini de söyleyebilirim.

Adli tıp yöntemleri elbette ki çok önemli. Ancak olayı çözmeye tek başına yeter mi?

Adli tıp ve adli bilimler alanında çalışanların her şeyi çözdüğü gibi bir yaklaşım da toplumda yanlış anlamalara yol açabilir. Önceki sorularınızda da vurguladığım gibi multidisipliner bir yaklaşımla sentez ve analizi barındıran bir yaklaşım zorunlu. Siz işinizi mükemmel yaparsınız, otopsi mükemmeldir, toksikolojik analiz mükemmeldir ama olayı bir arada değerlendiremiyorsunuz, geçmiş olsun o zaman!

Yüzde 100 doğruluk hiçbir zaman mümkün değil!

Mevcut adli tıp yöntemlerinin doğruluk oranları yüzde 100’e ne kadar yakın?

Adli tıpta ve aşkta ne asla, ne daima! Yüzde 100 hiçbir zaman mümkün değil. Delillerin hukuksal ve tıbbi normlara uygun elde edilmesi ve çağın gerektiği bilimsel ve akredite laboratuvarlarda ve yetkin bilim insanlarınca incelenmesi çok önemli. Ve tüm bunların yanında deneyimlerinizle olayı yorumlamanız gerekiyor.

Suçluların DNA bankasının oluşturulması konuşuldu bir dönem Türkiye’de de. Bu konuda yol alındı mı? Bu bankayla ilgili fikrinizi merak ediyorum?

DNA bankası meselesi çok ciddi ve önemli bir olay. Evrensel hukuksal normlara uygun ve etik ilkeler çerçevesinde ve uluslararası bağımsız laboratuvarların denetimine açık bir DNA bankacılığına karşı değilim. Ama böyle bir yapılanma bugün için pek olanaklı görünmüyor.

Bilirkişilik önemli bir müessese. Davaların kaderini ne kadar belirliyor? Hakim ve savcılar bilirkişi görüşlerini ne kadar dikkate alıyor?

Bilirkişilik, hukuk sisteminde bilimsel gerçekliklerin ortaya konulması ve adaletin tecellisinde çok önemli.  Bilirkişi kendi alanıyla ilgi en son bilimsel verilerle bir görüş sunar, hukuksal yargı ve/veya hüküm vermez/veremez. Bilirkişi mütalaasında tarafsız ve bağımsız bir şekilde uzmanlık alanıyla ilgili olarak görüş bildirirken görüşün dayandığı nesnel bilimsel gerçekler ve/veya varsayımlar birlikte belirtilmeli. Yani bilirkişi raporu gerekçeli olmalıdır. MK 67-6 ve HMK 293 maddeleri taraflara hakim ve savcıların atadığı bilirkişi dışında kendi bilirkişisini belirleme ve ondan bilirkişi raporu alma hakkı da var. Bu yeni uygulama sadece resmi kurumlardan istenen bilirkişi raporuna karşı bilimsel gerçekliğin ve hakikatin ortaya konulması ve adaletin tecellisinde çok önemlidir. Taraflar uzmanlığı bilinen kişi ve/veya kurumlardan dava konusu olayla ilgili uzman mütalaası alarak bu raporu davaya delil olarak sunar. Resmi kurumlardan alınan raporla uzman mütalaasının birbirine üstünlüğü yoktur. Her ikisi de takdiri delil niteliğindedir. Uzman mütalaası tarafların raporlarının daha bilimsel ve gerekçeli hazırlanması ve mahkeme ortamında tartışılabilmesini ve adaletin tecellisine hizmet eder.

Şule Çet davasının öğrettikleri

O halde taraf bilirkişiliği mekanizması neden önemli?

Aslında adli tıp ve adli bilimler alanındaki bilimsel gelişmeler perspektifinde yaklaşım pek çok olayı aydınlatılıyor. Mahkemelerde dosya yükü nedeniyle sağlıklı bir bilirkişi değerlendirme sistemi çok bulunmuyor. Taraf bilirkişiliği mekanizması ile mahkeme ortamında bilirkişi raporları tartışılarak bilimsel gerçeklik ortaya konulabiliyor. Ben avukatlara özellikle bundan yararlanmalarını öneriyorum.

Şule Çet davasının kaderini değiştiren adli tıp uzmanlarındansınız? Bu olay bize ne öğretti?

Davada Prof. Dr. Hakan Kar ve Prof. Dr. Çağlar Özdemir ile birlikte bir mütalaa verdik. Bu olay gerekçeli hazırlanmış bir uzman mütalaası ve bilirkişi raporlarının mahkeme ortamında tartışılmasının ne kadar önemli olduğunu gösterdi.

Yüksekten düşme vakalarının çok büyük bir oranı kadın. Bu bir tesadüf mü?

Son yıllarda yüksekten düşmeye bağlı ölümler hem arttı hem de daha çok görünür oldu. Ölenlerin çoğunlukla kadın olmasını tesadüf olarak değerlendiremeyiz. Çünkü intihar, cinayet ve kaza ayrımının yapılmasında zorluklar olan bir tablo… Ve bu durumdan erkekler yararlanmaya çalışıyor diye düşünüyorum.

Psikolojik otopsi olmazsa olmaz

Yüksekten düşme (ya da cinayet) vakalarında olayın cinayet mi, kaza mı, intihar mı olduğunu ayırt etmek kolay olmayabiliyor. Adli tıp uzmanı burada nasıl rol oynuyor?

Yüksekten düşmeye bağlı ölümlerde olayın orijini yani intihar, cinayet, kaza ayrımı çok önemli. Temel yaklaşım olay yeri incelemeyle başlar. Olay yerinde uygun giysi ve donanımlarla ilgili uzmanlar yer almalı, çeşitli dalga boylarını ışıklar vererek ortamdaki olası insana ait idrar, kan, tükürük, sperm, cilt döküntüleri, sigara izmaritinde dudak izi gibi biyolojik materyalleri saptanıp örnekler alınmalı. Ölü muayenesi ve otopsi adli tıp uzmanları tarafından yapılandırılmış ortamlarda yapılmalıdır. Otopsi ile ölüm nedeni, ölüm zamanı ve ölüme etki eden faktörler ortaya konulur.  Yani her yerde otopsi yapılamaz, köylerde kasabalarda yapılamaz. Bu olgularda mutlaka psikolojik otopsi yapılmalıdır. Psikolojik otopsi dediğimiz şey, ölen kişinin yakınları, yaşadığı sosyal çevre, çalıştığı ortam ve oradaki insanlarla yapılan görüşmelerdir. Psikolojik otopsi olmazsa olmaz diye altını çizmek isterim.

Rabia Naz ile Şule Çet olayları arasında bir ay var. Bu dosyaya hiç baktınız mı? Değerlendirmenizi merak ediyorum…

Kamuoyuna yansıdığı kadar biliyorum. Ama bu tür toplumsallaşmış olaylarda tüm dosyayı incelemek gerekir. Dosya içeriğini bilmediğim için bir yorumum yok, ancak bir adli tıp uzmanı arkadaşımızın bu konuda yazdığı bilimsel bir rapor var.

İstenirse her adli olayın gerçeği anlaşılabilir mi? Gelişen yöntemler, ‘ortada’ olayları nasıl etkiliyor?

Her olay mutlaka çözülür diye bir şey yok maalesef! Ancak teknolojide yaşanan bilimsel gelişmeler bize pek çok ışık veriyor. Bir ekip halinde olayın parçası olduğumuzda çözümün de daha kolay ve nesnel olacağı da kaçınılmaz.

Otopsi meselesine geri döneceğim. Pek çok insan cenazesinin vücut bütünlüğünü bozmak istemiyor. Savcı istemeden otopsi yapılmıyor. Bu bazı şeylerin gizli kalmasına yol açıyor mudur?

Adli bir olay varsa mutlaka otopsi yapılır ve ailenin onamı yani rızası aranmaz. Hastanelerde ölen ve ölüm nedeni saptanamayan ve adli bir nitelik bulunmayan ölümlerde ölüm nedenini araştırmak için tıbbi otopsi dediğimiz bir otopsi var. Ailenin onamı aranıyor. Aile onam vermezse otopsi yapılamaz. Bu durumda da cesedin bedensel bütünlüğünü bozmayan radyolojik bir inceleme yöntemi olan virtopsi uygulanabilir.

Ölüler canlıları eğitir, her temas iz bırakır

“Ölüler canlıları eğitir” diyorsunuz. Ölüler bedenleriyle ne anlatıyor bize?

Ölüler canlıları eğitir ve her temas iz bırakır, adli tıp ve adli bilimlerin mottosudur. Kadavralar ve üzerinde yapılan tıbbi diseksiyonlar tıp eğitiminin vazgeçilmez unsurları. Özellikle tıp fakültesi öğrencilerinin anatomi bilgisi edinme organları ve sistemleri öğrenmesi için bu diseksiyonlar şart. Bizim öğrenciliğimizden beri kadavra ihtiyacı devam ediyor. Bu konuda ulusal kadavra bağışı kampanyası yapılmasının yararlı olduğu kanısındayım. Kadavra görmeyen bir tıp fakültesi öğrencisinin hep eksik olacağı kanısındayım. Ülkemizde kadavralar sahipsiz cesetlerden ve bağışlanan cesetlerden oluşuyor.

5N, 1K sizin için de önemli…

Medyada haberciliğin temel ilkeleri olan 5N1K yani Neden, Niçin, Nasıl, Nerede, Ne Zaman ve Kim soruları bizim de yanıtını aradığımız temel soru ve sorunlarımız. Ve ölen bireylerin en son haklarının teslim edildiği çok önemli bir tıbbi işlem de otopsi. Hekimliğin varsayımlar ve dogmalardan sıyrılıp gerçeklere dayanan bilimsel modern bir tıp paradigmasıyla yoluna devam etmesinin otopsiyle başladığını söyleyebiliriz. İnsan vücudunun diseksiyonu ve anatomisi hakkında keşifler tarihsel süreçte hep büyüleyiciydi. Ancak bu durum ölen kişinin incelemesiyle sınırlı kaldı. Zamanın hâkim olan dini ve politik ortamlarıyla ayrılmaz bir şekilde bağlantılıydı. İnsan vücudu, teolojik aşamada manevi veya doğaüstü varlıklar, özler veya güçler açısından açıklanmaya çalışılırken pozitivist aşamada gözlem ve bilimsel akla yönelik. Antik Çağ’dan Orta Çağ’ın sonlarına kadar süren bedenin kutsallaştırılması Rönesans ile birlikte vücudun diseksiyonu ve anatomi alanındaki girişimlerle seküler bir değişim geçirdi ve günümüze ulaştık.

Bizde ilk otopsi ne zaman yapılmış?

Ülkemizde Avusturyalı Dr. Charles Ambroise Bernard’ın (1808-1844) talebiyle 1. Abdülmecit tarafından 1841’de bir ferman çıkarılmış ve prangalı mahkûm cesetleri üzerinde diseksiyon yapılmasına izin verilmiş. Abdulhakzade Hayrullah Efendi, 1843 tarihli Makalat-ı Tıbbiye adlı eserinde, Dr.Bernard’ın Avusturya Hastanesi’nde başına sırık düşmesi sonucu ölen Sırp uyruklu bir kişiye ilk olarak otopsi yaptığını bildiriyor. Cumhuriyetin ilanından sonra 1929’da Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu le keşif, ölü muayenesi ve otopsinin bilimsel çerçevesi çizildi.

Prof. Dr. Halis Dokgöz Kimdir?

1989’da 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. 1999’da İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi’nde Adli Tıp ihtisasını tamamladı. 2000-2004’de İstanbul Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunda çalıştı. Akademik kariyerini sürdürdüğü Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı’nda 2014’de profesör oldu. Halen aynı yerde öğretim üyesi ve Mersin Üniversitesi Çocuk Koruma ve Araştırma Uygulama Merkezi kurucu müdürü olarak görev yapıyor.

Adli bilimler alanının hakemli uluslararası dergisi Adli Tıp Bülteni’nin 2013’den beri editörü. Adli Tıp & Adli Bilimler, Olgularla Adli Tıp & Adli Bilimler ve Siber Suçlar adlı kitapların editörlüğünü yaptı. Ulusal ve uluslararası pek çok makale, araştırma ve kitap bölümleri yayınlanan Dokgöz, çocuk hakları, kadın hakları, şiddet, adli psikiyatri ve tıbbi malpraktis konularında çalışmalarını yoğunlaştırdı. Adli tıp ve adli bilimler alanında topluma yönelik yazılı ve görsel medya aracılığıyla programlar ve danışmanlıklar yapmaya ve 221B Polisiye Kültür Dergisi ile Episode Dizi Kültürü Dergisi’nde yazmaya devam ediyor.


Apsny News

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu