‘Gâvur’ Tatavla’nın ‘Kurtuluş’u: 1929 Tatavla yangını
MURAT SEVİNÇ
Hiçbir toprağın ve devletin dertsiz bir tarihi yok. Birörnek tarih okuması da mümkün değil. Büyük insanlardan, büyük olaylardan ibaret bir olgu değil tarih. Büyük insanlar, büyük siyasetler ve tarihsel dönüm noktaları, sayısız insanın kendi hikâyelerinde yer alarak yaşam sürdüğü bir yerlerde yaşanıyor. İşin o kısmını toplumsal tarih çalışmalarında, anı kitaplarında, söyleşilerde, sanatta, edebiyatta, ismiyle cismiyle dönüşen şehirlerde vs. görebiliyoruz. Ve bu nedenle, tarihinin her ânından hoşnut olmayanlar, olup biten tüm boyutlarıyla anlaşılmasın diye canhıraş çaba harcıyor.
1915 Ermeni Tehciri ve sonrasında yaşananlar, demografik dönüşüm, mülkiyetin el değiştirmesi. Cumhuriyet, aynı zamanda Sünni-Türk mülk sahibi-sermayedar yaratma çabasının da tarihi. Yoksa, Müslüman ahalinin ‘toprağında’ kiliselerin ne işi var, öyle ya!
Her yıl derslerde yeri gelince öğrenciye, terminoloji üzerine kavga edip öfkelenmektense, daha basit, anlaması kolay bazı somut gerçekler üzerinde kafa yormalarını önerdim. Örneğin, ülke genelinde, ama özellikle İstanbul’da azınlıkların yoğun yaşadığı muhitlerde, sokak ve caddelere, okullara verilen isimler üzerinde düşünebilirlerdi. Diyelim, Şişli ilçesinde, Kurtuluş-Feriköy civarındaki. Hrant Dink’in vurulduğu kaldırımın olduğu caddeye açılan sokaklardaki. Yalnızca bu küçük araştırmanın dahi kendilerine çok şey kazandıracağını varsaydım, sonucu bilmiyorum, belki de hiç ilgi çekici bulmamışlardır. Buna mukabil, eğer anayasa dersinin konularından biri yurttaşlık ise ve eşit yurttaşlık sorunu bunun bir parçasıysa, herhalde Müslüman olmayan yurttaşın durumu da hatırlatılmalı; neden hemen hiçbir yerde görünmedikleri, neden çoğu zaman ‘renk’ sözcüğüyle anıldıkları bilinmeli. Toprağın kültürü, tüccarı, işçisi, siyasetçisi, sanatkârı… ne yaşandı da zaman içinde yalnızca bir ‘renk’ oluverdi.
Bugün önereceğim kitabı Aytek Soner Alpan kaleme almış: ‘1929 Tatavla Yangını ve Tatavla’nın ‘Kurtuluş’u’ (2024, İstos Yayın). Birbirini tamamlayan iki kapsamlı makaleden oluşuyor. İlki, 1929’daki Tatavla yangını ve neden olduğu dönüşüm hakkında. İkincisi, yangından birkaç ay sonra İkdam gazetesinde tefrika edilen, ‘Tatavla Dilberi Sokrati’ başlıklı yazı-öykü dizisi.
İlk bölümde Alpan, İstanbul’un yangın tarihini özetlemiş. Refik Halid Karay’ın sözcükleriyle, ‘medeni bir şehir değil‘, ‘her itibarla kocaman bir orman’ olan ve ‘bir yerinden bir kıvılcımdır sıçradı mı rüzgârın önüne katılıp günlerce yanan…‘ İstanbul’un yangın yılları. Her yangın yalnızca bir yangın değil kuşkusuz, yazara göre bazı yangınlar (örneğin, Yunan kimliğinin kurucu gelişmelerinden biri olan 1922 İzmir yangını), ‘kentsel ve ulusal mekânın yeniden kurgulanması, devletin egemenliğin sembolik ve fiili tesisi ve ulusal kimliğin inşası başlıklarında araçsallaşan…‘ niteliğe sahip.
21 Ocak 1929 tarihinde çıkan Tatavla Yangını, “…1923 Nüfus Mübadelesi’nden bakiye sorunlar nedeniyle Türk-Yunan diplomatik ilişkilerinin kopma noktasına geldiği, ufukta bir savaşın dahi göründüğü ve siyasal alanın Türk milliyetçiliği tarafından üst belirlendiği bir atmosferde vuku bulmuştur.”
Zamanında Cenevizlilerin ahırlarının bulunduğu ve yerleşimcileri nedeniyle ‘Gâvur Tatavla’, ‘Küçük Atina’ gibi ifadelerle adlandırılan, asıl olarak Rum mahallesi hüviyetine sahip Tatavla, 21 Ocak gecesi yanmaya başlar ve büyük ölçüde (500’e yakın ev) kül olur. Yangının gerekçesi haberlerde yer alır, sorumlu olduğu iddia edilenler (Terkos Su Şirketi Müdürü Mösyö Kastelno, gibi) tutuklanır, 24 Ocak’tan itibaren ise Türk ve Yunan gazetelerinde sert yorumlar yayınlanmaya başlar. İşin rengi değişir. Yunan basını, kimlikleri bakımından çok önemli olan semtteki yangını kuşkuyla karşılar. Yunan basınındaki yorumlar ve yangın yerine yapılan bazı ‘yabancı’ ziyaretler Türk basınını harekete geçirir; tahmin edilebileceği üzere, hayli milliyetçi ve zaman zaman aşağılayıcı bir üslup giderek hâkim olur. Bu arada Yunan basınında arka arkaya ‘suçlayıcı’ tepki yazıları çıkar. Alpan’ın ifadesiyle, Yunan basınının bu ilgisi Türkiye’deki gerilimi daha da tırmandırır ve gazetelerde, gerilimin tırmandırılmasının ‘politik nedenleri’ olduğuna vurgu yapılmaya başlanır. Her yazıda milliyetçi tonun biraz daha koyulaştığını hatırlatmakta yarar var. Yazarın özenle aktardığı köşe yazıları son derece çarpıcı.
Tatavla’nın ‘Kurtuluş’ oluşu, mart ayında. Akşam gazetesi 24 Mart tarihinde özel bir haber yayınlar. Başlık, ‘Canileri hatırlatan bir isim… Emanet Tatavlanın ismini değiştirmeye karar verdi – Bundan sonra Tatavla caddesinin ismi Kurtuluş caddesi olacak.‘ Haberin devamından yalnızca birkaç satır: “Vilayetçe icap eden muamele yapıldıktan sonra Tatavlanın ismi ‘Kurtuluş’ olacaktır. Bir zamanlar canilerin, Hrisantos gibi şerirlerin ilticagâhı olan Tatavla şimdi birçok Türk ailelerinin oturduğu tertemiz bir semt olmuştur. Bu itibarla eski çirkin isminin kaldırılması ve ‘Kurtuluş’ tevsimi çok muvafıktır.”
Makedonia gazetesi başyazarı Nikos Fardis’in 11 Kasım 1930 tarihli yazısı: “Ama Tatavla unutulmaz. Sembolümüz, ulusun yıllara meydan okuyan sığınağı olarak daima ruhlarımızın derinliklerinde yaşayacak. Geçtiğimiz yıl meçhul bir elin çıkardığı yangınla 700’den fazla ev yandı. Ama istedikleri kadar ismini ve yer yer sakinlerini değiştirsinler, istedikleri kadar zulmetsinler, Konstantinupolis Ellenizmi’nin Akropolisi olarak kalmaya devam edecek Tatavla. Türklerin ne Kemal’in kadir-i mutlak olduğu sistemde, ne de Hamit döneminde yerleşmeye cesaret edebildiği bu tek el değmemiş semt olarak…”
Tatavla’nın Yunan-Rum kimliği için bu denli hayatî önemde bir semt ve isminin değiştirilmesinin büyük bir travma olduğunu, Alpan’ın çalışmasıyla öğrenmiş oldum. Yazar’ın sözcükleriyle: “Yunanların ve Rumların bir bölümü için ise nostaljik bir boyut taşımakla birlikte bireysel hafızaların ve özlemlerin ötesine geçen, giderek milliyetçi bir söyleme eklemlenen kolektif bir aidiyet vesilesidir ‘Tatavla.’”
Kitabın ikinci kısmı, ‘Bir cemaatin seksüel olarak tahayyülü: Tatavla Dilberi Sokrati‘ başlığını taşıyor.
Yazarın, literatüre atıflarla milliyetçilik, cinsellik ve erkeklik ilişkisi hakkındaki özet değerlendirmelerle başladığı yazı, İkdam gazetesinde tefrika edilen ‘Tatavla Dilberi Sokrati’ yazı dizisinin her bir nüshası üzerine dikkatli değerlendirmelerle devam ediyor. Uzun uzadıya anlatıp tadını kaçırmak istemiyorum. Memleket edebiyatına âşina olanların tahmin edeceği, mahcubiyet veren bir zihniyet. Açık söyleyişle, iffet sahibi olmayan gâvurun marifetleri! 26 Nisan 1929 tarihli tanıtım yazısından: “Çok şükür milletimiz bu hastalıklara, bu ruh düşkünlüğüne tutulmadı. Fakat, milleti bundan korumak farzdır. İşte, mahza (tam da) bu maksatla pek yakında, Beyoğlunu, Tatavlayı, şeklen cazip, lâkin tereddi (yozlaşma, soysuzlaşma) kokan o semtlerin gizli hayatını bir fotoğraf sadakati ile nazarlarınızda teressüm ettireceğiz…”
‘Kadınları kadın erkekleri erkek olmayan’ Tatavla ve civarında temsil edilen ahlaksızlık ve haz düşkünlüğünü anlatalım ki, onların yozluğuna karşı nefret ve tiksinme uyansın ve zaten her şeyin farkında olan milletimizin ‘millî ve ahlaki teyakkuz hali’ canlı tutulabilsin.
Peki, onca çabanın sonunda Kurtuluş Tatavla’dan tam manasıyla kurtulabilmiş mi?
Aytek Soner Alpan sağolsun, çok yararlı bir çalışma yapmış. Tavsiye ederim.
Kitap adı: 1929 Tatavla Yangını ve Tatavla’nın Kurtuluş’u
Yazar adı: Aytek Soner Alpan
Yayınevi: İstos Yayınları
Sayfa sayısı: 509
Baskı tarihi: 2024
Apsny News