Politika

Muhalefetin sandık siyaseti ve ahı gidip vahı kalan laiklik ilkesi


MURAT SEVİNÇ

Beşinci eleştiri yazısı…

Muhalefetteki siyasi partilerin liderleri istedikleri kadar bağırsınlar, istedikleri kadar öfkelensinler, istedikleri kadar özeleştiriden kaçınsınlar ya da beklenebileceği gibi ‘En kötü huyum çok iyi kalpli olmam‘ nevi denemeler yapsınlar, istedikleri kadar ittifak kurup dağıtsınlar, istedikleri kadar muhataplarına sorumluluk yüklesinler… Bunların hiçbiri, Cumhuriyet’in 100’üncü yılına, ‘laik’ Cumhuriyet’le tarihsel derdi olan bir iktidar ve siyasal ideolojiyle girdiğimiz gerçeğini değiştirmiyor.

Millet İttifakı’nı oluşturan muhalefet partilerinin ülkeye verdiği en büyük zararlardan biri, demokrasinin ‘olmazsa olmaz’ unsuru laikliğe sahip çıkmamak.

Laiklik yerine sekülerlik de tercih edilebilir kuşkusuz, baştan beri ikisi arasında Türkiye’de propagandası yapıldığı ölçüde büyük bir ayrım bulunmadığını savunanlardanım.

Yönetirken yeryüzü kuralları mı, yoksa ilahi ilkeler mi göz önünde bulundurulacak? Görüldüğü üzere hiç karmaşık değil.

Bir başka deyişle, bağlayıcı hukuk kuralları inancı mı referans alacak, yoksa laik sistemin ulusal ve uluslararası ilkelerini mi?

Hadi biraz daha açalım; diyelim başörtüsü üzerine konuşuyoruz, başörtüsü serbestliğini ülkedeki hâkim inancın şartı olarak mı, yoksa dahil olunan hukuk dairesinde ‘dini ve siyasi semboller’in yerini göz önünde bulundurarak mı tartışacağız?

Son derece açık sorular ve bugüne dek bu soruları yanıtlayan bir -kurulu düzen- muhalefet partisi üyesine rastlamadım.

Oysa iktidar temsilcileri son derece açık sözlü; faiz kararını uzun süre bir sureye dayandırmakta, kendileri için asıl bağlayıcı olanın dini hükümler olduğunu dile getirmekte bir an duraksamıyorlar. Bir gün söylediklerini ertesi gün inkâr edebilmeleri başka bir konu, fıtrat meselesi. Burada önemli olan hâkim inancın kamusal yaşam ve siyasette ağırlığını ve hatta önceliğini dillendirirken tereddüt etmemeleri. Yinelemek gerekirse bu konuda muhalefetten çok daha tutarlı ve açık sözlüler.

AKP 2000’lerin başından itibaren, itiraz gelmesi muhtemel konularda aynı yordamı uyguladı. Bir adım atıp şöyle bir yokladı, bir adım daha, tepki varsa bir süreliğine geri aldı ancak unutmadı, ardından bir adım, bir adım daha. İktidar çevresi ve şımarttığı gruplar uzun süredir eskisi kadar duraksamıyor artık, adımları hızlandı.

Bunun gerekçelerini tahmin etmeyi deneyebiliriz: İlkin, muhalefet bir tür afyon işlevi gören ‘İlk seçimde gidecekler’ temennisine yönelik sarsılmaz inancı nedeniyle, çoğu aykırılığa/hukukdışılığa yanıt verebilecekken vermeme yolunu seçti. İkincisi, zamanında yapılmış muhtelif hatalar/tercihler nedeniyle laikliğe aykırı gelişmeler karşısında tepki göstermekten (kötü anıları canlandırmaktan!) kaçındı. Üçüncüsü, şu ‘endişeli muhafazakâr’ palavrasının etkisi oldu sanırım. Ne olur ne olmaz, muhalefetimizin laiklik ilkesine AKP’den çok da farklı yaklaşmadığı ihtimalini de akılda tutmak iyi olur.

Laiklik de diğer ilkeler gibi uzun bir tarihe sahip ve o tarihe bakıp fazlaca dövünmenin de övünmenin de gereği yok. Ne Diyanet bugün bu işleve büründü ne laikliğe aykırı uygulamalar yeni ne laiklik eskiden layıkıyla tartışılabiliyordu ve ne de zamanında alınan bazı saçma yargısal/idari/siyasi kararların (türban yasağı, partilerin kapatılması vs.) laiklikle ilgisi vardı.

Ayrıca her demokratik ülkede farklı laiklik uygulamaları mevcut. Biri diğerine bakıp efkârlanmıyor, eninde sonunda ülkelerin tarihsel serüveninden çıkıyor çoğu ilkenin uygulanma şekli.

Fakat hiçbir demokratik ülkede, hâlihazırdaki Türkiye’de olduğu gibi bir inancın inananlarının tahakkümü söz konusu değil, bu da bir diğer somut gerçek. Dolayısıyla, Türkiye kendi özgül laiklik tarihinde hayli zorlu bir dönemden geçiyor. Öyle ki bana kalırsa artık laik/seküler bir devletten söz etmek dahi pek kolay değil.

Bir AYM üyesi, karşıoyunda kadın ve erkek eşitliğinin ‘modern hurafe’ olduğunu yazarken duraksamıyor artık. Kadın erkek eşitliğini hükme bağlayan anayasayı kollamakla görevli bir hâkim. Yöneticiler aldıkları bazı kararların dine uygun olup olmadığı hakkında yorum yapıyor ve fetvacılar görüş bildiriyor. Okullara manevi danışman atanmasına dair haberler, sıradanlaşmış durumda. Bir kadın şarkıcının sahnede yaptığı ve içinde ‘imam-hatip’ geçen espri başını derde sokmaya yetiyor. Tarikatlar, ihaleci cemaatler, tarikat yurtlarında yaşananlar, sorulamayan, sorulamayan sayısız hesap…

Siyasal İslamcı bir iktidara bakıp, “Siz neden laikliğe aykırı işler yapıyorsunuz?” sorusunu yöneltmek akıl kârı görünmüyor bana. Buna mukabil ‘demokrasi vadeden’ muhalefete bakıp, “Siz neden laikliğe aykırı bunca karar ve eyleme göz yumdunuz, neden sessiz kaldınız, laik olmayan bir demokrasi mi keşfettiniz?” sorusunu yöneltmek mümkün ve gerekli.

Türkiye, anayasasında yazanın hilafına laik bir devlet değil. Laikliği savunan bir müesses muhalefet yok. Oyu az olan sol partiler bu konuda daha duyarlı, ancak onların da çoğu zaman kolaya kaçıp konuyu her defasında tarikatlara bağlaması ve onlara açılıp kapatılabilecek dükkân muamelesi yapması ayrı bir sorun. Yine de sol/sosyalist partilerin diğerleriyle karşılaştırılmayacak ölçüde duyarlı olduğuna kuşku yok.  

Önümüzdeki dönem, muhalefetin verdiği ödünlerin yakıcı sonuçlarını yaşayacağız, özel ve kamusal yaşamda. Nitekim onlar da ‘kendi edip bulduklarıyla’ giderek daha fazla yüz yüze geliyor. Son seçimdeki ‘seccade’ tartışmasının yaklaşık bir hafta gündem oluşunun, TV ekranlarına çıkan ilahiyatçıların seccade üzerine yaptıkları yorumların, dilenen özürlerin, muhalefetin niteliği ve ülkenin durumu hakkında epey fikir verdiği açık. Bu gidişle kendilerini daha da acıklı hale düşürmeleri ve iktidarın sandık eğlencesine dönüşmeleri muhtemel. Ancak olan hepimize oluyor, haliyle, bizler eğlenmiyoruz.

Yazı önerisi: Gökçer Tahincioğlu’nun ‘Gökkuşağı ve ikiyüzlülük’ başlıklı yazısını buraya bırakıyorum.


Apsny News

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

Başa dön tuşu