Tesadüfen sinemaya başladım, çok tokat yedim

İtalya‘da Monferrato’daki yeşil dolu evinde, köpekler, kediler ve iki evcil domuzla birlikte yaşayan sanatçı, zamanının büyük kısmını çocukları ve torunlarıyla geçiriyor. “Torunlarımı, kim olduğumu ya da nasıl görünmediğimi düşünmeden neşeyle izlemek bana en büyük mutluluğu veriyor” diye ifade ediyor.
Kitap, ışık ve gölgelerle dolu bir yolculuk; Muti, sahnelerindeki karakterleri bir kenara bırakarak, içinde hâlâ yaşayan çocuk Francesca Rivelli’ye alan açıyor. Çocukluğundaki korku, hayatta kalma duygusu ve yeniden doğuş temaları kitabın ana eksenini oluşturuyor.
Küçük yaşta yaşadığı acı dolu dönemler de anlatılıyor. Dört yaşındayken annesi tarafından iyileşmesi için İsviçre’ye gönderildiğini, bu sürecin kendisi için terk edilmişlik hissi yarattığını anlatıyor: “Bu bir terk ediliş değildi, ama ben öyle hissettim,” diyor.
Sinemaya tesadüfen adım attı
Ornella Muti’nin sinemadaki ilk adımı tamamen tesadüftü.
Henüz 14 yaşındayken, Damiano Damiani’nin yönettiği La moglie più bella (En Güzel Kadın) filminde rol almayı, sanatsal bir hevesten çok ekonomik zorunluluk nedeniyle kabul etti.
O dönemde oyunculuğun ne anlama geldiğini bilmiyordu, ancak bu dünyanın ne kadar sert olabileceğini kısa sürede öğrendi.
Kitabında, sette yediği tokatları, gizlediği morlukları ve annesinin şikâyetlerine yapımcıların verdiği şu acımasız yanıtı anlatıyor:
“Kızınızın çalışmasına izin verdiğimiz için Tanrıya şükretmelisiniz.”
Ornella Muti’nin aşkları
Kitabın sayfaları, büyük aşkların ve derin hayal kırıklıklarının hikâyeleriyle dolu.
Genç Ornella’nın, “çılgın ve eğlenceli” olarak tanımladığı Luca di Montezemolo’ya duyduğu aşk bunlardan biri:
“Sokağın ortasında ‘Seni seviyorum!’ diye bağırarak koşardı,” diye hatırlıyor.
Bir diğerinde ise, Adriano Celentano ile yaşadığı kısa ama yoğun bir aşkı anlatıyor:
“Kısa bir hikâyeydi, ama içinde gerçek bir sevgi vardı.”
Muti, yıllar sonra bu ilişkilerden çıkardığı dersi şöyle özetliyor:
“Kendinde bulman gereken cevabı başkasında ararsan, manipüle edilmen kolaydır.
Ben her zaman düşmanlarımı silahlandırdım, ama yine de aşka inanıyorum.”
Femme fatale imajının ötesinde bir kadın
Kitaptan çıkan Ornella Muti portresi, sinemanın ona yakıştırdığı “femme fatale” mitinden çok uzak.
1974 yılında, çevresindekilerin tüm baskılarına rağmen kürtajı reddeden çok genç bir anne,
ve Monicelli, Risi, Tognazzi, Mastroianni gibi devlerle çalışan ama asla sisteme tam olarak ait hissetmeyen bir sanatçı olarak karşımıza çıkıyor.

Bugünkü Ornella Muti: sinema ve inanç arasında
Kitabın önsözünü yazan, 2025 Oscar Ödüllü Anora filminin yönetmeni Sean Baker, Muti’yi şöyle tanımlıyor:
“Bir savaşçı, bekar bir anne ve kalıplardan kaçan bir sanatçı.”
Muti bu tanımı gülümseyerek kabul ediyor:
“Evet, hayatta kendimi savunurum, savaşırım. Ama sonra çocuklarımın ve torunlarımın arasına geri dönerim.”
Bugün hâlâ sinemada aktif.
Onu eğlendiren ve merak uyandıran rolleri seçtiğini söylüyor. Alessandro Bencivenga’nın Il filo rosso filminden, Bertrand Mandico’nun Roma Elasticasına kadar uzanan projelerde yer alıyor.
“Elime ne geçerse ve hoşuma giderse yapıyorum. Benim yaşımdaki kadınlar için rol az, ama sorun değil. Zaten çok şey yaptım; dünya değişiyor, bu da güzel.”
Değişen ruhani yolculuğu
Zamanla ruhsal dünyası da değişmiş. Yıllarca Budist inancına bağlı kalan Muti, son dönemde yeniden Tanrıya yöneldiğini söylüyor:
“Dua ettikçe her şey çözülmeye başladı. Üstümde Tanrı’nın var olduğunu bilmek bana güven veriyor.”
Apsny News